Writer, Photographer, Journalist

Michael Jackson ve Elvis Presley konulu mektup; Yirminci yazı

Değerli İzleyici,

Çocukları odak noktası edinen mektuplar, güncel başka bir dala, müzik dalında yerinin doldurulamayacak olduğu söylenen Michael Jackson ile ilgili bir mektuba geldi dayandı. Michael’ın, söylentilere göre çocukluk günlerinde, öz babası tarafından horlanması sanırım, bize mektup ileten kişiyi öfkelendirmiş. Michael’ın hayranlarından değil mektup yazıcısı, çocuk konusu onu itmiş yazmaya.

Çocukluğunu yaşayamayan milyonlarca insanın bulunduğu bir dünyada olmak, mutsuzluk için yeterli bir neden Değerli İzleyici. İletiyi yazan kişi de bu mutsuzluğu belirterek mektubuna başlamış;

“Blog Sayın yönetmeni, ilkin bu konuda sizin yazmanızı bekledim,” diye başlayan mektup, şöyle sürüyor; “Sayın Yönetmeni , ‘çocuklar ağlamasın,’ başlıklı mektup yayınlanınca bu beklentim daha da çoğaldı. Fakat sizden bu konuda bir yazı çıkmayınca, ben kaleme sarılmak zorunda kaldım. Aslında mektubumun yayınlanması beni mutlu etmez, samimiyim bunda. Fakat ben, bu konuyu size hatırlatmak istiyor ve bunun için yazıyorum,’ diyor.

Biraz öfkeli olmakla birlikte, bana mektup yazan kişinin duyarlığını, içtenliğini mektubun satır aralarında buluyorum. Müzik/söz eşlikli çalışmalarının yanısıra Michael Jackson ile gelen dans/devinim kıvraklığı, sergilenen ritm, giysiler ve beden dili hepsi bir bütün olarak belki de daha çok söz konusu edilecek. Hayranları değil sadece, sanatla ilgili kişileri de bir efsane olarak onu belki de yazınsal metin konusu yapacaklar. Bize iletilen bu mektup bir çağrışım imgelemi ile Elvis Presley’i de hayranlık duygularıyla anıyor ve çağrıştırıyor. Çağrıştırmakla kalmıyor varoşlarda yaşayan çocukları, dolaylı bir betimle bize anımsatıyor ve bu çağrışım bir çağrı’ya dönüşüyor.

Çocuklar konusundaki bu çağrı eşliğinde; ‘in the gettho’..salt bir müzik parçası olarak değil, mektup yazarının sözleriyle bir annenin ağlaması da var;.‘Kar yağarken, soğuk ve gri Şikago’da fakir bir varoş semtinde Charles bebek doğar ve annesi ağlar, getto’da,’ diyor mektup yazan kişi. Bir önceki mektup bir anne; ‘Çocuklar ağlamasın,’ diye yazmıştı. Ne rastlantı bu kez bir annenin ağlamasından söz ediliyor. Mektupla sizleri başbaşa bırakıyorum.

“Blog Sayın yönetmeni, Tekin Sonmez,
“Michael’ın ölüm haberiyle karşılaştım internette gazetelere baktığımda. Michael Jackson yani, popun kralı.. efsane sanatçı.

“Benim pek de fazla ilgimi çekmeyen türü, hareketli ritmik kulağa hoş gelen müziğini hep tanır bilirdim, iyi bir müzik kulağına sahip olmamdan belki. Ama gerçekten de MJ benim için favori bir star değildi. Hatta son zamanlarında beyazın da beyazı teniyle bana zombi gibi görünmüştü. Peki şimdi? Şimdi o artık yoktu…

“Birden içimde değişik bir şefkat ve sevgi duygusu uyandı, sanki onu çok yakından tanıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Basındaki haberlere uzun uzun takıldım, günlerce internette dolaştım, yeni bir haberi varsa mutlaka yakaladım, kendimce yorumlar yaptım.

“Onun dünya çapında bir star olması, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar çok olan edinimleri yanında beni duygusal yönü, yalnızlığı mutsuzluğu daha fazla ilgilendirdi.

“Hakkında çıkan kötü haberlere kızdım, onu karalamak istediklerini düşündüm. Babasının, ölümünün hemen ardından kahkahalarla gülerek verdiği pozlarına sinirlendim. MJ’in çocukluğundan beri şiddet gördüğü babasını lanetledim. Küçükken onu ‘koca burun’ diye çağıran babası yüüznden mi burnunu yok ecek kadar küçülttürmüştü estetik ameliyatlarla diye düşündüm. Kısacası dünyadaki güncel trende bir ayak uydurdum ki sormayın gitsin. Sonra yeni bir düşünce belirdi beynimin çocuk yanında, ya o ölmediyse! Yani bana ne oluyorsa.. ölmediyse.. sanki ne yapacağım.. bilmiyorum da.. yine de ölmesin istiyorum… Haberlere bakıyorum; şüpheciler devrede, Michael rahibe kılığında hastanenin arka kapısından kaçtı… O ölmedi bir sığınakta Elvis’le beraber kalıyorlar… vesaire, vesaire…

“Sonra… Elvis Presley’i düşünmeye başladım.

“Onun ölümü de beni oldukça üzmüştü. En sevdiğim şarkısı beynimde çalmaya başladı birden;in the gettho, soğuk ve gri Şikago, kar yağar fakir bir varoş semtinde Charles bebek doğar ve annesi ağlar…

“Bu şarkıyı ne zaman duysam içimde o hüzünlü duygu belirir. Uzaktan bir getto semtine bakar gibi olurum. Gökyüzündeki kirli hava bulut gibi evlerin çatısına kadar inmiş, çürümüş kara tahta parçaları, paslı tenekelerle yanları, üstleri kapatılmaya çalışılmış barakalar, çamurlu karla kaplı, asfaltsız dar yollar, evlerin yanından, bazısının üstünden uzunlu kısalı soba borularından yapılmış bacalardan çıkan zehirli dumanlar… ve sokakta çocuk çığlıkları… ellerini yanan bir lastiğin ateşinde ısıtıp ısıtıp tekrar kartopu oynamaya koşan, yırtık lastik ayakkabılarından çıkan morarmış ayaklarını artık hissetmeyen, pijama pantolonunun paçalarından sarkan donmuş karları sıyırıp bir yerden bulduğu dolap kapağını kızak yaparak kayan çocuklar… Düşen kalkan kahkahalarıyla sokağı çınlatan çocuklar… Bunlardan çok büyük zevk alan çocuklar… her halde mutlu çocuklar… Bu film karesi her ne zaman Elvis’in “in the gettho”sunu dinlesem gözümde canlanır. Sonra onun erken gidişini düşünürüm, hafif bir hüzün rüzgarı eser geçer.

“Ve Michael. Gençlik dönemimin yükselen yıldızı, o kadar parlak ki bir tek figürü bile dünyayı yıkıyor! Öyle bir hayran kitlesi var ki insan inanamıyor ! Sonra bakıyorsunuz ki o bu kadar büyürken aslında arkasındakiler daha da büyüyor, ondan çok fazla kazanıyor ve yaşıyorlar. O sadece kullanılıyor. Kazandığı paradan haberi bile yok. En yakınındakiler bile ne koparırız hesabı yapıyor, yalnızlık işte budur…

“Daha çok şey var hissettiğim ve düşündüğüm ve artık hayatta bulunmayan biri için. Ölümüyle birçok kişiyi sarsan ama aynı zamanda ölümsüz olan ve artık ses, söz, dans görüntüleriyle hep yaşayacak olan ama bunları hiçbir zaman görmeyecek hissedemeyecek olan Michael. Ölüm son ‘hit’in oldu yerin asla değişmeyecek ve seni düşündüğümde hep artık o mucizeler yapan küçük çocuk gelecek gözümün önüne…

“Saygılarımla…”

Leave a Reply