Writer, Photographer, Journalist

Sarıkamış’tan Batı’ya Kırklareli’ne göç, bir aile üç kuşak ve nüfus hareketlerine bağlı bir evlilik töreni… Yaklaşık yüz yıl süren üç kuşak öyküsü; 1920′lerde doğan Niyazi Ağbi ile Suna Abla’nın torunu ve Kars Platosu’ndan Trakya’ya ince/uzun yol… Söz yaşlanmaz! Zaman değişir, insanlar, duygular, aşklar değişir, fakat yazılan sözler değişmez ve hep yaşar, tıpkı fotoğraflar gibi…. ve üç mektup…

Bir ailenin birinci, ikinci, üçüncü kuşak bireyleriyle yaşadıkları törensel, özgün bir buluşmadan kır düğünü fotoğraflarıyla birlikte olacağız bugün.

Belge olan söz de burada.

Sözün büyüsü de burada işte. Söz yaşlanmaz! Zaman değişir, insanlar, duygular, aşklar değişir, fakat yazılan sözler değişmez ve hep yaşar, tıpkı fotoğraflar gibi.

Tören görsellikleriyle üç kuşak… 60’lı yıllarda Selviye Hanım’ın babası Niyazi Ağbinin yaşadığı öyküler ve Sarıkamış ile başlayan ve Kırklareli’ne varan üçüncü kuşak Damat Bey, Selviye Hanım ile Erdal Bey’in oğlu var ilk başta.

Yaklaşık yüz yıl süren üç kuşak öyküsü; 1920’lerde doğan Niyazi Ağbi ile Suna Abla’nın torunu ve Kars Platosu’ndan Trakya’ya ince/uzun yol.

Evlilikler, meslek/iş alanları nüfus hareketleri dinamiklerinin doğal motorlarıdır. Savaşlar dışında bu tür doğal olgular insan/toplum evrilmelerine giden yolu açar. Her toplumda doğal olanı da budur.

Değerli İzleyici,

Nedense sizlere yazmak için ayırdığım süre işte apansızın doldu. Ne oldu bakın bilmiyorum aslında. Zil çaldı! İçimde tiz bir tren sesi duyar gibiyim. Nerede olduğumu bilmeden kalkmakta olan bir trene doğru, bir peronda koşuyorum. Köklerinden uzak bir ülkede yaşamak gibi insan bazen kendisinden uzaklaşır. Mektup yazmak da biraz böyledir.

Tek birisi değil iç içe işlenen metinlerle ve mektup türünün kıyılarında dolaşarak bu blog bir yılı doldurdu. Bir trene koşar gibi belki de ayrılık vaktidir. Nerede olursanız olun, bana yazın diyen iletimi anımsıyorum.

Yazmak ayrılıktır! Yazıyorsanız hem de yaşıyorsunuz demektir. Kendi içinde farklı yolları olan anlatıların tümü de köken açısından insanın yazması ile başlar. Aynı aileden gelen ve bir düğünü de odak noktası yapan tümceleri, bir an kendimizden uzaklaşır gibi birlikte izleyelim.“19.08.2009
“Sevgili Tekin abi,

“Önce size cevap yazmada geciktiğim için üzüldüğümü belitmek isterim. Ailece Karadeniz gezisindeydik. Batum’a kadar gittik. Güzeldi, keyifliydi. Hopa’da yeğenim Candaş’a misafir olduk. Dönüş yolunda Tokat’a Nermine uğradık. Hepimiz iyiyiz. Annem, ablam Erzurum’dalar iyiler. Fikret Kocaelinde sıtaja başladı. bir ay sürecek.
Selam, sevgi, sağlıklı uzun yıllar…
“Selviye – Erdal”
Mektuba ne denli açılırsanız mektup da öyle açılır size. Gittiği insanı da taşıdıklarıyla açar ve o an, o mektup kendisini de işlevselliği ile aşar.

Burada Batum’a dek süren bir gezinin izlenimleri olarak keyifliydi sözcüğü var. Bu tek sözcük, gezide her şeyin yolunda gitiğini söylüyor.

Bir şey daha öğreniyoruz; ‘Hopa’da yeğenim Candaş’a misafir olduk,’ tümcesiyle orada bir otelde kalmadıklarını anlıyoruz.

“Dönüş yolunda Tokat’a Nermin’e uğradık. Hepimiz iyiyiz. Annem, ablam Erzurum’dalar iyiler.”

Her mektup kısa özü ile bir ileti işlevini görür ve kısa özlü haberler verir. Kişisel bağlantılı bir ileti ile konuyu sürdürüyorum.

“13 Ocak 2010
“Sevgili Tekin Abi,

“Tokat’ta kış görmedik. Kar yağmadı. Yağmur yağıyor.

Selviye ablamla İstanbul’da görüştüm. Çapa’da diş yaptırdığı için sık sık İstanbul’a gidiyor.

Ben de kısa bir süre için İstanbul’a gittim. Berna Vakıflar Bankasında çalışmaya başladı. Banka ile anlaşamadı. Yüksek lisansını etkiledi. Sanırım bankayı bırakacak. Yurtdışında burslar aramanın derdinde. Amacı akademisyenlik. Bu da zor ve uzun süreç.
“Sonsuz sevgi ve selamlar…
“Nermin”İlk mektupta; ‘Dönüş yolunda Tokat’a Nermin’e uğradık,’ tümcesini anımsayalım. İkinci mektup, Selviye Hanım’ın Tokat’a ailesiye uğradığını yazmıyor. Böylece iki mektup arasında zamandaşlık olmadığı ve İki kardeşin ayrı yerlerde yaşadıkları ortaya çıktı.

“Selviye ablamla İstanbul’da görüştüm,’ sözü ile iki kardeşin başka bir zaman kesitinde bir araya geldiklerini öğreniyoruz.
Üçüncü mektup da şöyle;

“Mayıs, 2009
“Sevgili Tekin Abi,

“Yakınlarımız olan bir düğüne konuk edildik. Oraya gitmemiz biraz zaman aldı. Az kalsın yoldan geriye bile dönecektik. Düğünün açık havada yapıldığını gördük. Düğün sona ermiş gibiydi ki oraya vardık.

Çam ağaçlarının gölgesinde gelin ve damat yorgun görünüyorlardı. Çok geçmeden topluluk da dağıldı.

“Öğretmen anne Selviye Hanım ve bankacı baba Erdal Bey’in oğlu idi evlenen genç. Birkaç anı oradan iletiyorum. Fotoğrafta görülenlerin bazılarını belki tanıyacaksınız.

“Zaman insanı değiştiriyor! Mektuplar ise o anlık taşıdığı duygularla hiç değişmeden hep öyle oldukları gibi kalacaklar. Bu durum sizi de şaşırtmıyor mu?
“İçten selamlar, saygılar…
“Can”

Bu üç mektupta da herhangi bir yazınsal metin kaygısı yok. Bilgi ileten konumdalar. İşlerini de bu anlamda yerindelikle yapıyorlar.

Mektup, bu algı ile doğru ve yalın bir algıdır. Duygularla konuyu karıştırmadan, ilk elden iletme/ileti görevi verilmiş her üç mektuba.

Üçüncü mektubun son tümcesinde ise bir açılma var! Bir aşma da diyebiliriz buna. Yazan kişi kendisine açılarak bana da açılmış.

Diyor ki; “..o anlık taşıdığı duygularla hiç değişmeden hep öyle oldukları gibi kalacaklar.” Ben de bu görüşe katılırım.

Zaman değişir, insanlar ve duygular, aşklar değişir, fakat onlar; o yazılan sözler değişmez ve hep yaşar, tıpkı fotoğraflar gibi…
Sevgi, içtenlik…

Tekin SonMez
Stockholm, 26 Ocak 2010

Kurt öyküsü için tıklayın!
http://animalfriendtekinsonmez.blogspot.com/

Leave a Reply