Writer, Photographer, Journalist

Kars Platosu, Coruh Kanyonları, antropoloji yerel tarih ve çocukluk anıları; ‘Soyaile’ Onur Büyüğü Sayın Cihat Şenocak ile söyleşi… Sözlü tarih ile yetinen her toplumda olduğu gibi, bellek; geçmişi de geleceği de, toplumu da yanıltır. ‘Soyaile’ bireyleri, ‘Sarıkamış 1936’ ile ortaya çıkan anılar, bir anlamda bu toprakların tarihine de ışık tutacak. Son iki yıldır süren bu yeni çaba ile Kars Platosu ve bir efsane olan Şenocak ailesine deggin doğudan batıya nüfus hareketleri açısı da genişledi. Pek çok gerçekliği ile yiten ve yok olan bir çağdayız. Şenocak ailesi çevresine uzanan üçüncü kuşak, Raci Bey’in özenli çabalarıyla her ay bir kez buluşuyor, sıcak ortamda görüşüyor, yiten ve yok olan bir dünyada, kendilerine uzanan bağlantıları tutmaya özen gösteriyorlar.

Bir efsane ortaya çıkarken ya da o söylence yaratılırken, bu öykünün kahramanları birer birer ortaya çıkar.

Nüfus hareketleri sarmalında bugünkü söyleşi de bize bu efsanenin ipuçların verecek.

Bugün 1 Kasım 2010. Hava güzel! Çok güzel hem de, güneş tepemizde, gökte tek bulut yok. Cihat Bey’in bağ evindeyiz. ‘Soyaile’ onur büyüğü Cemalettin Şenocak da uzun yıllar burada, (Ankara Kayaş) yaşadı.

Bu satırların yazarı olan ben, geçmişle gelecek arasında yaşarken çok güzel duygularla Cihat Bey’i tekrar karşımda buluyorum. Bu ilk tümceleri burada, Ankara Kayaş’ta yazıyorum. Dün Cihat Bey ile, ‘Soyaile’ özel toplantısında yine birlikte olduk. Özel, saygın bir katılımla Raci Bey’in düzenlediği anlamlı buluşmada, tüm sözler yiten zamanda hedefini buldu Ankara’dan ayrılmadan önce.

‘Soyaile’ konusunu ve konumunu daha önceleri de verdiğim haberlerde, söyleşilerde betimleme gayreti gösterdim. Pek çok gerçekliği ile yiten ve yok olan bir çağdayız. Şenocak ailesi çevresine uzanan üçüncü kuşak, Raci Bey’in özenli çabalarıyla her ay bir kez buluşuyor, sıcak ortamda görüşüyor, yiten ve yok olan bir dünyada, kendilerine uzanan bağlantıları tutmaya özen gösteriyorlar.

Sözlü tarih ile yetinen her toplumda olduğu gibi, bellek; geçmişi de geleceği de, toplumu da yanıltır. ‘Soyaile’ bireyleri, ‘Sarıkamış 1936’ ile ortaya çıkan anılar, bir anlamda bu toprakların tarihine de ışık tutacak. Bu satırların yazarı olarak, Kars Platosu ile bir pencere açmam, Berlin Kültür Senatosu’nun konuğu olarak ‘Söylence Berlin’ romanımı Berlin’de yazmaya başladığım 1991 yılına rastlar. ‘Kars Platosu Öyküleri’nin ilk varyantları da o günlere gider.

Son iki yıldır süren bu yeni çaba ile Kars Platosu ve bir efsane olan Şenocak ailesine deggin doğudan batıya nüfus hareketleri açısı da genişledi. Cihat Bey, Şenocak ailesi ile göç olgusuna ilişkin anısal öykülerle karşımızda. İşte şimdi söz, burada yazıya dönüşüyor ve Cihat Bey’i izliyoruz.
Sevgi, içtenlik…

Tekin SonMez, 28 Kasım 2010, Stockholm

Sevgili Cihat, çocukluğun, ‘ilk gözünün açıldığı’, ‘ilk aklının kestiği,’ (böyle derler Türkçede,) hatırladığın bir anı.. anne, baba olur, arkadaş, sokak, köy, doğa olabilir.. bir yerden başlayıp çocukluğunu büyütelim, bugünlere doğru gelsin, geriye dönüp yetmiş yıl önceye gidelim…

Tekin Abi, çocukluğum Bardız’da geçti, orda doğmuşum. Babam ’15 Temmuz 1940, ben tarladaydım, geldi haber verdiler, oğlun oldu dediler,’ diye anlatmıştı, sanki hiç çocuğu olmamış gibi. Oysa benimle beraber dokuz kardeş.. ama ölenler, düşenler derken bir rivayete göre on sekiz, bir rivayete göre on dört çocuk filan.. nüfus cüzdanımda 5 Aralık 1941 yazıyor, fakat ben 40, 41, 42 doğumluyum. (Cemal Ağbim de güya bütün çocukları bir sayfaya, beni de 1942 diye yazmış) Ama biraz insaflı davrandığım için sürekli iki doğum günü kutladı çocuklar.

Bir hatıra şöyle,  Bardız’dan Sarıkamış’a göçümüz var, ellili yıllar, ben de, olsun olsun 12 yaşındayım.

Cihatcığım, yıl olayına bir çeki düzen verelim! 1940 doğumluysan ellili yıllarortasında 15 olur.

Neyse, Tekin Abi, Sarıkamış’taki evi badana boya yapacaklar.. kireç lazım, şimdi, bu taşınma olayından bir önceki olayı anlatıyorum. Bana dediler ki Çermik’e git, Ahmet Çavuş’u bul, Ahmet Çavuş kireç verecek. Bunların kireç ocakları var, Kemal var oğlu. Bir bal kabı vardı, yani derinliği, boyu en az üç metre filan, böyle elips şeklinde. Şimdi o bal tenekesini arabaya iple bağladılar Bardız’dan gittim. Tabii ben çocuk olduğum için bir kilo pamukla bir kilo demirin farkını bilmiyorum. Dolayisiyle (Ahmet Çavuş’un oğlu) Kemal abi dolduruyor ve diyor ki ‘bak Cihat götüremez öküzler.’ Ben diyorum ki ‘benim öküzler neleri götürmez.’ Şimdi dibine bir karış koydu, dedi ki ‘bu kadar yeter.’ Ben dedim ki ‘en az yarıya kadar doldur.’ Doldurdu! Şöyle ikindiye yaklaştı. Dediler ki ‘sen kal da yarın sabah git.’ Dedim ‘yok canım, giderim.’ Öküzleri koştular. Çermik, ormanlık yukarı doğru gidiyor, daha tepeye falan çok var, virajlı yollar.. karanlık çöktü.

Cihatcığım, sen Çermik’ten Bardız’a dönmüyor musun?

Hayır! Çermik’ten Soğanlı Dağlarına çıkacağım. Sarıkamış’a götürüyorum. Çermik’ten sonra belki iki km gittim o kadar.. şimdi.. yollar virajlı, karanlık çöktü önümü görmüyorum ay ışığı yok, öküzler çekmiyor. Halbuki o dediği ayarda kalsaydı sorun yoktu, ben işte kirecin her şeyden önce ağır bir şey olduğunu taş olduğunu düşünemedim. Sonra öküzler ne yaptı, öküzler çekemedi. Zaten yolu molu da kaybettik. Ben öküzleri çözdüm, öküzlerin arkasına düştüm, onlar yola aşağı gidiyor, ben de işte onların bazen kuyruğunu tutuyorum.. geri dönüyorum, arabayı bıraktım orda, baktım yarım saat sonra köyün evleri gözüktü, geldik. Kemal abi dedi ki ‘Bak Cihat ben sana söylemiştim. Yani döneceğini de biliyordum, öküzler çekmezdi onu.’ Neyse uzatmayım, gece yattık. Ertesi gün arabayı bıraktığım yere geldik Kemal abiyle, kürek getirdi, o yine iki karış gibi kireç bıraktı dibinde, gerisini yola döktü, attı, kalanı da hafifledi. İşte.. kuşluk vakti filan ben orda, ordan nereden gittim.. Çermik’in yaylasından mı gittim.. o yolları ben nerden bilirim, dere dağ tepe gittim Sarikamış’a.

Sizin, Bardız’dan Sarıkamış’a göç olayı vardı değil mi?

Evet! Sarıkamış’a göçüyoruz. Celal Abim kağnı arabasına eşyaları yüklüyor. Ben bizim yaylanın oradan, Soğanlı Dağlarının oradan Sarıkamış’a götürüyorum. Boşaltıyorlar, tekrar arabayı getiriyorum, bir günlük yol. Tabii ilkbahar olduğu için, dağlar, her taraf yarı yarıya kar. Yani yoldan araba gitmiyor, ben gabandan sözüm ona çıkaracağım. Arabayı tek başına götürüyorum. Karagöz’le Dilber var öküzlerimiz.. Karagöz hiç baş bırakmazdı da Dilber biraz şeydi.. Tam yaylaya çıkmak üzereyken bir karlak var, yol orayı kış yolu tutuyor, tipi mipi dolduruyor, böyle bir yayla yolu var. İşte çocukluk, arabayı ordan çıkaracağım sözüm ona. Tabii öküzler bir süre sonra artık çıkamadı, derken araba geri geri gitti, araba devrildi. Öküzün birisi, Dilber sanıyorum, altında kaldı arabanın.. şimdi ben orda hala ona şaşarım… boynu böyle bir eğri kaldı, nerdeyse kırılacak hayvanın boynu arabanın altında.. ben böyle arabayı tuttuğum gibi kaldırdım.. öküz başını kurtardı, derken tabii masa sandalye kırıldı işte her şey rezalet.. köye gidenlerle Celal abime haber saldım, bir iki saat sonra Celal abim atla çıktı geldi. Neyse.. sağlam kalan eşyaları doldurdu, tekrar yola çıkardı Celal abim, beni tekrar yolcu etti, Sarıkamış’a geç vakitte yani karanlıkta vardım.

Sarıkamış’a hangi yoldan gittin, Dikenli Tabyalar’ın ordan Eski Sarıkamış’a mı indin, yoksa Kızılçubuk Deresi’nden mi çıktın?

Yok Kızılçubuk değil! Soğanlı Dağları.. Ordan Eski Sarkamış’tan indim. Şimdi indim şoseye.. askeriyenin vinçleri canavar düdüğünü çalarak geliyor.. derken öküzler ürktü. Öküzler ürkünce dedim ki, kopa basayım da öküzlerin önüne gideyim, öküzleri durdurayım.. kopa basınca, hayvan pislemiş, ayağım kaydı.. tekerleğin önüne düştüm, araba, tekerlek üzerimden geçti.. evet.. gerisini hatırlamıyorum. Sonradan duyduğuma göre insanlar arabanın başına toplanmış, orda bizim.. neydi bizim komşunun adı.. onun da hayvanı kaybolmuş, onu arıyormuş.. efendim, tanıdık bizim komşu, tesadüf yani.. beni çıkarmış orda bekliyorlar ama sahip çıkan yok.

Cihatcığım, askeri araç orada beklemiş mi, gitmiş mi?

Onu da bilemiyorum Tekin Ağbi. Neden sonra ben uyandım ki, benim eve gitmem en erken iki saat. Ben uyandığım zaman, işte.. başımda annem var, babam var. Şimdi bak burası çok ilginç, babam dedi ki ‘nasılsın oğlum’? Ben ağlamaya başladım. O ana kadar ağlama filan yok! Şimdi diyeceksin ki, niye ağladın? Babam bana, o yaşa kadar demek ki, on iki yaşıma kadar, daha oğlum dememiş ve halimi hatırımı sormamış. Düşünebiliyor musun!

Cihatcığım, baban sana Oğlum dediği için mi ağlıyorsun?

Evet!  Benim babam halimi hatırımı soruyor! Yani o beni çok duygulandırdı, ağlamaya başladım. Şöyle, yaram berem umurumda değil, bacak tarafından geçmiş, hastane filan yok, doktor çağırma olayı filan yok, yani ne olacak Cihat ölse ne olacak, geride bilmem dokuzun biri gider sekiz tane kalır.

Bir yineleme yapalım! Uyandın! Annen ve baban başında!

Evet! Uyandım, gözlerimi açtım, baktım babam annem.. babam dedi ki; ‘nasılsın oğlum’? Bak şimdi gene duygulandım! Ben ağlamaya başladım. Evet!

Efsane adam Fettah Bey, yani baban da ağladı mı o sırada?

Yok! Babam ağlamadı. Artık kaç gün yattıysam iyileştim. Yaralar iyileşti. Sonra ben gene o eşyayı taşımaya devam ettim. Yok demek ki, başka kimse, Celal abim köyde.. arılar marılar onlara bakıyor. Gürbüz belki de Kırşehir de, Kemal abimin yanında o zaman. Şimdi buna benzer en az yaz boyu gittim geldim. Sonbahara kadar evi taşıdım.

Söyleşi 1 Kasım 2010, Kayaş, Ankara
Kayaş fotoğrafları; Feryal Özkale Sönmez

Leave a Reply