Writer, Photographer, Journalist

Madalya koleksiyonu, kılıç, silah ve tören merakı. Nedim Bey ve bir efsane ki Edip Özkale ailesi efsanesinde özünü bulur. Edip Özkale kimdir? Harita Genel Müdürlüğü Kd. Harita Müh. Albay rütbesiyle emekli oldu. Arşivleriyle, Osmanlı dokümanlarıyla tanındı ve geride ömür verdiği ve günyüzüne çıkmasını beklediği birikimlerini dosyalayarak yaşadı Edip Bey…


Efsanelerle yaşayan insanlar vardır. Ya da efsaneleri yaratanlar…

Homeros ve ailesi ikinci kümede yer alır.

Efsane peşinde koşan kimilerinin de bu koşudan haberleri olmaz.

Kılıçlar, madalyalar, silahlarla ve onlara bağlı törenlerle yaratılan efsaneler unutulur.

Her madalya, bir efsaneye açılır.

Her silah bir efsaneyi bitirir.

Her kılıç darbesi bir efsanenin ömrüne kefen biçer.

Düellolarda vuranlarla vurulanları nasıl bir efsane bekler, bunu ancak yazıcıların kalemleri iletir bizlere.

Puşkin de bu efsanelerden biridir!

Doğrudan bir aşk vuruşması.. o çağda vardı.

Evet! Bir ozan için törensel bir aşk vuruşması geleneği vardı.

Törenler için yaratılmış ozanlık karekteridir belki de Puşkin’i öne iten.

Öne iten ve düelloya değil ölüme davet eden şey.

Bir aşk uğruna eldiveni havaya fırlatan ve düello öneren, neye güvenerek bunu yapar, kimse kestiremez.

Olasıdır ki kılıcına güvenmiştir!

Olası ki iyi ve çevik bir nişancıdır.

Ölümüne susamıştı, diyen çıkabilir.

Tersi olduğunda göğsündeki madalyalarla gömülmesi istenir belki de.

Ki o madalyalar daha sonra bir meraklısını buluncaya dek yıllar yılları kovalar durur.

Tıpkı Nedim Bey gibi…

Meraklısını arayan bir yığın madalya vardır yeryüzünde.

İşte bunlardan biriktiren Nedim Bey de bu tür efsane peşinde koşanlardandır.

Evi ve işyeri ‘lebaleb’ madalya ile dolu. Daha ne olsun! Bu yetmezmiş meğerse!

Nedim Bey’in bir de kılıçlar ve silahlar efsanesi peşinde koştuğunu öğrendik.

Buna eminim siz de benim kadar şaşıracaksınız.Bakın bu nasıl oldu? Şöyle oldu.

Nedim Bey bu merakını gidermek için geçtiğimiz günlerde kalktı kış, soğuk zemheri demedi, Stockholm’e geldi.

İsveç’te savaş toplarının ağırlığı ile batan gemiye götürdük onu. Evet!

Vasa Müzesi’ni ziyaret etti ve oğlu Doruk Bey’i de yanına alarak Kral Vasa ile bir fotoğraf çektirdi.

İkinci gün askeri müzeyi ziyaret etti, kılıçlara doya doya baktı, silahları eline alıp onları okşadı…

‘Ben de bu İsveçlileri savaşmayan ve yan gelip yatan ve bundan dolayı kalkınan ve zenginleşen milletlerden sanıyordum, yanılmışım.’

‘Bunlar da bayağı savaş vermişler Tekin Bey, haklıymışsınız,’ dedi.

Hayretini gizlemedi bu konuda. Evet! Nedim Bey ve ailesi Stockholm’den geçti.

Nedim Bey Efsanesi.. evet bu ayrı bir yazı konusudur.

Fakat bununla birlikte bilardo üstadı bir efsane dayısı vardır.

Bir zamanlar Siyasal Bilgiler Fakültesi Futbol takımı kaptanıdır bu insan.

Yandaki fotoğrafta görülen (70’li yıllar) Turgay Bilgin’in yeğeni olur Nedim Bey.

Bir yanı onun, Ankara gençliği ile fotoğraflarda durur. Bu efsane Edip Özkale ailesi efsanesinde özünü bulur.

Edip Özkale kimdir? Harita Genel Müdürlüğü Kd. Harita Müh. Albay rütbesiyle emekli oldu.

Arşivleriyle, Osmanlı dokümanlarıyla tanındı ve geride ömür verdiği ve günyüzüne çıkmasını beklediği birikimlerini dosyalayarak yaşadı Edip Bey.

İşte bu Sevgili Özkale ailesini ben, küçük kardeşleri Ali Rıza Özkale aracılığı ile tanıdım.

“Saklı Cennet” ya da “ Hayal Üçgenleri” belgeci kitaplarımı hazırlıyordum.

Fotoğraf taramaları için Cağaloğlun’nda Şan Ofset diye eskilere dayalı bir işyerine gittim.

Pars Tuğlacı da orada bir belgeci çalışma yapıyordu o günlerde. Yıl 2003 olabilirdi.

İşveren pazarlığı ve koşullarımı onayladı ve orada çalışanlardan birisini gösterdi.

İşte sarışın saçı, sakalı, açık renkli gözleriyle gülümseyen Ali Rıza Özkale! ‘Hoş geldin Hocam, birlikte çalışacağız,’ dedi.

Günler ve haftalar gidip geldi. Bir gün, Ali Rıza Bey dedi ki;’Hocam, babam da sizin gibi belgelerle dolu dosyalar bırakıp gitti.

‘Yaşadığında değerini anlayamadık.‘Şimdi bu dosyaların ne olacağını da bilmiyoruz.

‘Bir hafta sonu gelir misiniz, sizi eve götüreyim de onlara bir göz atın, olur mu?’

Dediği gün beni küçük, yeşil arabasıyla Pera’dan aldı. O günlerde İsveç Enstitüsü konuk evinde kalıyordum.

Tülin Hanım (annesi) ve Feryal Hanım (ablası) ile tanışmam böyle oldu. Nedim Bey ile daha sonra…

Zeytinyağlı biber dolması, peynirli kek ve ve öteki güzel yemeklerden sonra, çalışma odasına geçtik.

Dosyalar yığın yığın kucağıma geldi.

Benim de bir dönem gazetelerden kesip dosyaladığım Koca Yusuf karşımdaydı!

Avrupa, Amerika maceraları.. gazete kupürleri elimin altındaydı.

Şaşkınlıktan donakaldım. Bir de ne göreyim!

Feryal Hanım Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik..

Ali Rıza Bey Güzel Sanatlar Resim bölümü mezunları imişler meğerse…

Böyle bir durumla siz karşılaşsanız ne yaparsınız? Şaşkınlıktan dilim dolanmış olmalı!

‘Siz iki kardeş, önem verdiğiniz birkaç dosyanın tozunu silin.

‘Bir proje olarak bunları birlikte gözden geçirelim.

‘Tüm bu dosyalara tek tek bakmak için günler yetmez,’ dedim.

Öte yandan, işte ölüm böyledir, diye içimden geçirdim o gün.

Binlerce yaratıcı insan, hiç ölmeyecekmiş gibi biriktirir.

Bir gün çıkar giderler. Geride kalan dosyalar çoğu yerde sıkıntı yaratır.

Sahaflarla yaptığım söyleşilerde bu konu işleniyor her seferinde. Sonra ne oldu…

Aradan kocaman, dolu dolu yedi yıl geçti. Başka ne oldu? O dosyalara bir daha ulaşamadım! Fakat başka bir şey oldu!

O tanışmadan altı ay sonra, ailede bir mücevher olan Feryal hanım ile evlendim. Bir şey daha oldu.

Bu evlilikten yedi yıl sonra Feryal Hanım’ın abisi Nedim Bey Stockholm’den geçti. İyi de ne oldu?

Baba Edip Bey’in asker olması..kılıçlar, madalyalar, silahlar…

Onursal görkemli askeri törenlerle geçen bir çocukluk…

Arka planda bellek dağarına biriken onursal görkemlikler…

Nedim Bey ve Feryal Hanım için Stockholm anılarla doldu.

İki kardeş dolaştılar. Geride belgesel anılar bıraktılar.

Askeri Müzeyi bu iki kardeş dingin dolaştılar.

Olası ki madalyalar, kılıçlar ve törenler arasında babalarını anımsadılar.

Nedim Bey biraz hüzünlendi. Feryal Hanım Nedim Bey’i biliyor ne de olsa.

‘Ne zaman askeri bir resmi geçit olsa, bir tören yaşansa orada Nedim abim gözyaşlarına boğulur,’ dedi Feryal Hanım.

Ertegün onları Müzik Müzesine buyur ettim. Bu kez Deniz Hanım ve Doruk Bey de katıldılar.

Çok ilginç bir şey daha oldu.

Abba grubu bölümünde Nedim Bey gitar çaldı.

“I Have a dream” parçasını dinledik.

Feryal Hanım Abba’nın bu melodisiyle gözyaşlarına boğuldu.

Nedim Bey ve Feryal Hanım çocukluklarını yine yaşadılar.

Geçmişin vakur törenleriyle göğüsleri kabaran bir askerin anıları bir yanlarında.

Görkemlik takılar, madalyalar. Öteki yanlarında sanat ve müzik.

Babaları hem asker hem de eli kalem tutan aydın.

Bu iki kardeşin geçmişe, çocukluk, gençlik anılarına gidip gelmelerini ve ruh dünyalarında kopan fırtınaları kıyıdan sezer gibi oldum.

Geleneksel, biraz da ataerkil ailelerde olagelen töreler nedeniyle, sanıyorum ki her ikisi de yaşarken babalarına doya doya sarılamadılar…

İşte böyle, bu nedenle soğuk Stockholm günlerinde hüzün de yanlarında koştu onların.

Ne yapabilirdim! Edip Bey’in geride bıraktığı dosyalar artık yoktu.

Evet! Babalarının birikimini, babalarını yitirmeden önce fark etmeyen bu kardeşlere ne yapabilirdim?

Üstelik yedi yıl aradan sonra Stockholm buluşma günlerinde mutlu olsunlar istiyordum.

Son üç geceye şampanyalar damga vursun dedim içimden.

Kuzey’in balıkları ve şampanya evet..

Bir de gevrek İsveç ekmekleri ve peynir… Daha ne olsun!

Bir de Kral Vasa’nın eski şatosu önünde görünen ailenin bir fotoğrafını koydum dosyaya.

İşte böyle yedi yıllık araya bir nokta koydular.

Üç gece şampanya patlatarak anılara daldılar.

Evet! Burada geçmişe dönük efsaneler de var.

Stockholm müzelerinde dolaşan bir Nedim Özkale izlediniz.

Nedim Bey, eşi Deniz Hanım ve biricik oğulları Doruk.. ve Stockholm…

Şimdi her şey geride, anılarda ve bir arşiv dosyası olarak belleklerde kaldı.

Stockholm onları sevdi. Doruk Bey çocukluk arkadaşlarından birisini de hemen internet iletişimi ile buldu.

İşte fotoğraflarıyla bir gerçek daha boyutlandı ve gözlerimizin önünde durdu.

Nedim Bey ile Feryal Hanım sokaklarda, caddelerde mutlu aile profili yaratmaya özen gösterdiler.

Långholm’u öteki uca sıfır derece soğukta gezdiler.

Deniz Hanım, Doruk Bey üşüdüler.

Fakat yürüyüşü İsveçli çocuklarla neşe ile izlediler.

Yedi yıl neden bu törensel anılar yaşanmadı..

İki kardeş böyle hayıflandılar.

Evet! Geride işte bu fotoğraflar ve bir yığın anısal söz ve yazılmayı bekleyen belgeler kaldı.

Bir de Nedim Bey ile başlayan bu öykü var. Bir ucu Turgay Bey’e, Yavuz Bey’e, öteki ucu Edip Bey ile derinlere ilerleyen efsaneler zinciridir o.

Kalemin mürekkebi yeterse belki onlara da sıra gelecek…

Tekin SonMez, Stockholm, 1 Aralık 2010

İlk Fotoğrafta; (yaklaşık 1974), soldan Albay Edip Bey, eşi Tülin Hanım, Tülin Hanım’ın annesi Gürcü Hanım ve Nedim. Ön sırada Feryal.

Arşiv fotoğrafları: Ankara, Yavuz Bilgin ailesinden
Son fotoğraf; Kasım 2010, Soldan sağa Ali Rıza Bey, Tülin Hanım, Nedim Bey’in eşi Deniz Hanım, aile dostu Vildan Hanım, Nedim Bey ve Feryal Hanım.

Leave a Reply