Writer, Photographer, Journalist

Bir Mektup geldi; Beşinci yazı

Sayın Yazar,

“Konu ne olursa olsun, bana kısa bir mektup yazar mısınız,” diyen iletinizi okudum. Başınız yine dertle mi yüklü kestiremiyorum. Fakat anladığım kadarıyla, şimdi başka bir serüvene kalkışıyorsunuz.

Bir serüvenden ötekine koşuyordunuz o ilk karşılaştığımız günlerde yine.

Sizinle bir yerde, evet, fakat nerede karşılaştık, aradan kaç yıl geçti, bilemem. Hem karşılaşmak o denli önemli de değil bana göre.

Size kendimi tanıtmadan önce böyle hemen yazmaya başlamam doğru mu?

Hem başka şeyler gibi beni tanımanız da, sizin açınızdan önemli değil bana kalırsa. Benim açımdan sorun şuradan kaynaklanıyor sanırım. Kendimi burada tek başına unutulmuş hissediyorum.

Sorumlusu kim bilmiyorum fakat ne soran ne de arayan var! “Bana mektup yaz,” diyorsunuz. Bu öneri bir mektup yazma duygusu için yeterli olabilir mi? Mektup yazmak yalnızlık duygusunu yenmek için yeterli olur mu?

Mektup yazsam ne olur, yazmasam ne olur! Kaldı ki bir mektuba nereden başlanır, bunu da bilmiyorum.

Kendimden mi söz edeyim, yoksa bulunduğum yerden mi söz edeyim? Çevremdeki sürüsüne bereket mutsuz insanlardan mı söz edeyim?

Kimileyin hoşlanmadığı bir rolü oynamak zorunda kalmış gibi olur insan, kimi yerde diyorlar.

Çevresindeki insanlara mutluluk servisi yapmak için esir edilmiş insan rolü vardır. Benim durumumda olan ötekiler gibi ben de bu rolü ödünç almış gibiyim. Hani bir garson isen eğer servis yaparsın, yemek sonrası bir teşekkür beklersin değil mi?

Bunu bile çok görüyor insanlar bana! Hani insanları mutlu görsem çekip yoluma ıslık çala çala gideceğim ve geriye dönüp bakmayacağım bir daha.

Böyle bir şey mi, böyle bir çıkış noktası mı şimdi mektup yazma, ya da yazmama duyumu?

Size hayranlığım şu noktada pekişti. Nereye gitseniz, ardınızdan gelir bulurum sizi bu nedenle. Size saygısızlık mı yaptılar! Tek sözcük etmeden çıkıp gidiyor ve bir kez daha dönüp bakmıyorsunuz.

Ben bunu başaramam işte. Size hayranlığım budur. Bu durumda şu soru kafamı kurcalıyor yine de.

Böyle ise her insan her rolü oynayamaz. Değil mi? Dramayı oynamaktan hoşlananlar vardır.

Komediyi oynamaktan nefret edenler olduğu gibi, trajik olanla yüklü sahneler sarar kimileyin insanı.

Her insan değil fakat insan yakınmayı sever. “İnsan mazlum rolünü sever ,”diye işitmiştim. Acındırma rolü ile büyütülmüş milyonlarca insan var. Şimdi bunları bir yana bıraktım. Daha ciddi bir konu var.
Ben mektup yazmanın, teknik bir işlem olduğunu düşünürüm.

Oysa her insan mektup yazamaz, bu doğru mu? Yazarlar arasında da zorlananlar, mektup yazamayanlar vardır.

Mutlu olma sanatını da bir teknik olarak bilmeyenler nasıl ki mutlu olamıyorsa ve tıpkı bunun gibi her insan mektup yazamıyorsa, bunları teknik bir konu olarak açıklayabilir miyiz?

Bunda daha başka şeyler; insanla, kişi ile ilgili şeyler yok mu?

Mektup yazmanın bir boşalma olduğunu işitmiştim çok eskiden.
Bana soracak olursanız, ben, böyle bir durum içinde değilim açıkçası.

Boşluğa atılmış; “.. bana kısa bir mektup yazar mısınız,” diyen iletinize yanıt vermek istiyorum ilkin.

Çünkü insancıl bir duygu peşinde olduğunuz sezgisi veriyor bu çağrı bana.

İkincisi, boşalmak için dolmak gerekir, diye düşünürüm. Mektup yazmak da böyle midir?
Mektup! Neden mektup! Aslında sizi bu yeni serüvene sürükleyen bulmacayı merak ediyorum.

Arayışınız nedir? Kimin için mektup yazmaya baş vurmaktasınız, bilemem fakat belki siz açıklayabilirsiniz bunu.

En iyisi fazla uzatmadan kendimden söz edeyim.

Bu biraz daha mektup olur sanırım. (Biraz daha mektup olmak, olmamak nedir bunu da düşüneceğim.) Kendimden söz etmeden önce, ayrıca merak ettiğim bir konu daha var.

Dramatik bir gerilim olmadan mektup olmaz mı? “Ben kimim” ya da “sen kimsin” sorusunu da içine alan yaklaşım türü, dramatik olanı içinde barındırır mı?

Değerli…

Size yazmak için ayırdığım süre apansızın doldu. Ne oldu bilmiyorum aslında.

Zil çaldı! İçimde bir tren sesi duyar gibiyim. Nerede olduğumu bilmeden kalkmakta olan bir trene doğru, bir peronda koşuyorum.

Evet! Evet, hızlı bir trene doğru koşarken görüyorum kendimi.

Köklerinden uzak bir ülkede yaşamak gibi, insan zaman zaman kendisinden uzaklaşır.

Belkide böyle bir şey oldu. Evet süre doldu. Mektup yazmak da belki biraz böyledir.

İlk fırsatta yazmak üzere size tekrar döneceğim.

Mektubunuzun sonunda ; “sevgi, içtenlik…” diyorsunuz…

İçtenlik sizin olsun, (ki içtenlik sizin olursa) sevgi benim…

Tekin Sonmez

New York

Leave a Reply