Stockholm’den masalcık görüntüleriyle bir önceki sayfada sunduğum mektup, evet o mektup bir yanıt aldı. Bir de fotoğraf geldi. Bu ikiliyi mektup ve görsellik örnekleri olarak yayınlıyorum. Evet!
Evet! Fotoğrafı ve gelen iletiyi ‘mektup türü ile öteki yazınsal metinler arası ilintiler.. türler arası geçişler.. mektup yazan kişinin kendisinden uzaklaşmak, dışa çıkmak için yazdığı sırada kendisine yaklaşması’ ya da ‘yazınsal metinler ve yaşamsal kılgısal evrilme..’ ya da ‘doğrudan algı, yalın algı, karmaşık duyguları anlaşılır kılmak,’ ya da ‘karmaşık olanları algı odağı yapmak ya da sözlü dil,yazın dili yetisi gelişme faktörleri..’ türünde açıklamalar yapmadan aynen yayınlıyorum. T.S.
Mektup şöyle başlıyor;
“Sayın Editör, tekinsonmez.blog Sayın Yönetmeni,
“İçine düştüğüm bir labirentte koşuyordum; ateşler içinde savrularak nereye koştuğumu bilmeden; oysa sanıyordum ki bir yanıyla yitip giden yanılsamalı bir düştü ateşler içinde koştuğum dolambaçlar.
“Ne oldu? Nasıl oldu? Şöyle ki labirentler bana şaşırtıcı sanal bir dünya sunmuştu; elimi uzatır uzatmaz ergiyip uzaklaşıyor, bana dil çıkarıp komik simgeler yaparak siliniyor, dalgalı bir aynada yok oluyorlardı ve ben de onlarla birlikte bir yitiyor bir görünüyordum. Yiten ve görünen onlar mıydı, ben miydim, bilmiyordum.
“Bellek dağarımda; ‘mektup yazmak kendinden dışarı çıkmaktır,’ tümcesi titrek bir mum ışığı altında silinip beliriyor, sözcükler beni aralarına almış oynak gölgeli titreşimlerle uçuşuyordu; ben miydim, onlar mıydı uçuşup duran, diye düşünüyordum o sırada.
“Sanrı! Şöyle ki eski sözcükle hezeyanlarla mektup yazdığım bir gündü, kendimden dışarı çıkmış ve bir daha geriye dönememiştim. Aradan geçen günler e-post kutusunu bile fark etmemiştim.
“Mektupla dışa açılma eylemindeki sözcükler kandırmacalarla savrulduğu anda bir fotoğrafın da benimle uçuştuğunu gördüm.
“Bu, hem kendimi sanal bir sonsuzlukta, sanrılar içinde hem nesnel sonlu bir sıkışıklıkta yani, kırılan ışıkların yanılsamalı yansıyışında kendimi de gördüğüm andı. Yaşam bir yanılsamalar dünyası bir yansılama serüveni olabilir miydi, yansıyan kimdir diye düşündüm.
“Böyle bir boşlukta; ‘göndericiyi tanımıyorum.. Stockholm’de unutulmuş bir evden geldi,’ diyerek yayınlanan mektup ve birlikte sunulan görselliklerle bir de isim vardı. Ayla! Evet! Ayla!
“Başka hayatlarla da ilintili olduğu halde, ve nedense tümüyle silinip yiten bir hayattan geriye kaldığı söylenen o cıvıl cıvıl nesnelerden; ‘ceviz kabuğu, mini kurbağa, heykelcik alçı, sütbeyaz cama çizilmiş gözler..’ işte böyle yanılsamalı nesneler dünyasından yola çıkarak bir anda elleriyle bana dokunan bu fotoğraf oldu. Evet!“İşte bu nesneler dünyasına çağrılar yapan; ‘Söz konusu edilen Ayla,’ diye bir de not vardı.
“Oysa; ‘.. dil çalışması gerektiren yazım tekniklerinden çok, görsel olan anlatım ile ilgilenirim; kapı, pencere; objelerin duruşları, arkaplanlarında unutulanlar..’ diye bir tümce de ansıyordum.
“Şunların saklı anlatımını merak ediyorum türü bir tümce vardı; ‘..görsellikler, geçmişin yaşam parçaları, bezemelikler, çocuksu masal ögeleriyle yüklü çağrışım simgeleri.. ceviz kabuğu, mini kurbağa, alçıdan maske, sütbeyaz çizilmiş yüz.. daha başka şeyler..’ Söz konusu Stockholm kentinde olanlar gerçek miydi, değil miydi?
“Bu kentin özellikleri konusunda /../düşüncelerini yazacak, bir sanatçı tavsiye eder misiniz’, diyen kimdi? Bunu da unutmadım! Şöyle ki; ‘Simgeli Stockholm fotoğraflarının arkaplanı hakkında bize bilgi iletecek, bir yazara nasıl ulaşabiliriz,’ diye yazılmıştı.
“İşsiz yazarlardan, köşelerinden kovulmuş gazetecilerden bu öneriye yanıt geldi mi bunu da bilmiyorum! Öneriye gelen yanıt belki de uzayda yiten sanal dünyanın e-post kutusunda, hayır, hayır; e-post kutusunda değil bir epos/mitos sarmalında olabilirdi belki! Bana göre bu tuhaf değildi!
“İşte Ayla böyle bir günde geldi; ‘Mektup yazmak kendinden dışarı çıkmaktır,’ tümcesini iterek, titrek bir mum ışığı altında silinip beliren tüm e- post iletilerini geriye iterek evet; evet ileriye, öne çıkan bir fotoğrafla bir düş esini gibi Ayla adında bir görsellik savrulup ekrana düştü. Bu bir düştü! Tuhaf değil mi!
“Titrek bir mum ışığı altında yüzüme doğru savrulup düşen bir düş…
“Ben bu düşü tuttum, tuttum değil de uçuşan bu düşe tutundum. Köklerinden uzak bir ülkede yaşamak gibi mektup yazarken insan kendisinden uzaklaşır sözünü, o an unuttum. Bu kez böyle oldu!
“Ceviz kabuğu dünya ve minicik kurbağalar, alçı yüzler, sütbeyaz lamba üstünde karakelem insan gözleriyle ilinti kuran, evet (uzun aradan sonra) Ayla oldu; bu bir ‘puzzle/yapboz’ oyunuydu sanki ve doğaçlama bir ezgi gibi boş yerleri dolduran Ayla, şimdi boşluğa akmış bir yaşam ve dünya serüveni düşü olarak ve tümünü yansılayarak hem yeni bir yerde kendisini ve tümünü içine alıp dönüşerek; dünyayı şöyle ki puzzle boşluklarını dolduruyor.
“Uzaktan, çok çok uzaktan; ‘yarın daha güzel olacak’ sesiyle ve Ayla görüntüsüyle bu kez koşan bir başka cıvıltı, ‘yapboz’ oyununun boş yerlerini doldurduğu sırada, dalgalı ekranda gözlerime yansıyan Ayla’ya bakıyorum. Siz de şaşmadınız mı buna, ben çok şaşıyorum.
“İlkin evet, Ayla’nın fotoğrafı; oynak gölgeli titreşimlerle sözcüklerin uçuştuğu andı. Onların arasına karışarak uçuşan ve doğum günü armağanı olarak bana ulaşan Ayla’nın fotoğrafı bu. Onu tanıyorum! Güya benim doğum günümmüş! Ben, Ayla’nın doğum günü diye bakıyorum bu fotoğrafa oysa. Bu da çok tuhaf!
“Şaşkınlıkla Ayla’ya bakarken; nasılsa o boşluklardaki kimi sözcüklerin oynak/gölgeli titreşimlerle uçuştuğu sanal dünayada kendimi ararken, Ayla’nın benimle uçuştuğunu ve bana bu yeni dünyada bir yer ayırdığını sezinliyorum; şöyle ki minicik ses tınılarıyla bir aynadan bana yansıyışını, farklı bir mercekten, farklı bir serüven açısından hem kendimi, hem “yapboz” oyunu gibi yaşamı ve Ayla’yı izliyor ve yaşama teşekkür ediyorum. Hoş geldin Ayla! Hoş geldin Ayla!
“Teşekkür Ayla’nın, Ayla’nın fotoğrafı benim; bu mektubu yayınlama durumunda sevgi ve içtenlik sizindir Sayın Editör, tekinsonmez.blog Sayın Yönetmeni hoşça kalınız.”
İmza
Stockholm, 8 Temmuz 2009