Writer, Photographer, Journalist

La Sagrada Peri Hazineleri Peşinde; İlk yazı

Değerli İzleyici,

Cinlerin külahları da kişisine göre erotik simgelerle deli dolu maskeler dünyası da denilebilir, uzaktan bakılınca. Venedik’te görülen sonsuza dek uzar gider bir karnaval fantasyası tanımı da uygun düşer. Barselona’ya gidenler Gaudi adı konusunda simgelerle dönerler geriye. İşte bu Gaudi, Kapadokya’da peri bacalarını görmeden La Sagrada Familia mimarlık anıtını yapamazdı, diyenler de çıkabilir.

Kapadokya, demek kolay! İyi de Kapadokya ne demek? Şimdi yumuk, fakat yumuşak serin bakışla, bir yabancı bir yaban gibi değil, bizimle olan, özbenliğimizle büyülü bir aynadan içimize dolan şeye bakıyoruz.

Neden? Tıpkı içsel oval çemberlere dönüşen tüf taşı kıvrımlarındaki geçişken örgülerde bir fantasya arar gibi bakıyoruz oraya ve evet ve nedense orada kendimize göre nesneler dünyası görüyoruz. Doğaçtan öz, ben, benden içeri, hoşgörüsüdür bu, değirmi simgeler çizerek geriye kendine şöyle ki bize dönüyor. Burası Kapadokya arkaik pagan doğa kalıtları üzerinde yeşeren Bektaşi hoşgörüsünün toprağıdır…

İlk izlenimlerimi 1997’de o ışıklı güz, Son Oğuzlar köyünde çektiğim fotoğraflarla Sivas yolu dönüşümde yazmışım; 23 Şubat 1998 Radikal Gazetesi, 1. sayfadan, 4. sayfaya doğru yayınlanmış. Arasam, 70’li yıllarda ilk gidişimi siyah beyaz fotoğraflarda bulurum. Evet, on yılı aşkın bu ilk izlenimler yazısı, bir edebiyat metni olarak aşağıdadır.

Bu blog ise hep aşağıdaki o ilk izlenimlerle ve Kapadokya kapsamında sizinle birlikte olacak. Şimdi, on yılı aşan ilk gözağrısı yazıyı o tül gibi düşsel görselliklerle birlikte izleyelim. Stockholm, 19 Eylül 2009

Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez

Burası Kapadokya! Bu plato yer yer yumuşak yükselişlerle zig zaglar çizerek kimi içsel oval çemberlere dönüşür; bedenlerinden kurtulmuş ruhlar dünyasının dondurulmuş görüntüsünü temsil eder kimi… İşte şurada cinlerin külahlarını göreceksiniz, biraz ötede hortlaklardan geride kalan maskeler dünyasını…

Biraz öteden aynı benzer objeye baktığınızda apayrı bir fantasya çıkar karşınıza. Gerçeğe dönüşürken, doğaya sığınmış masal kişilerinin katmerlenmiş siluetleri uzaktan seyredenleri çekip hülyalara götürür.
Kümbetlerle sıra sıra zincirlenmiş hoş bir estetiğin erotik simgelere benzeyişi de vardır bu tepelerde… Dondurulmuş su dalgalarının köpük köpük üstünüze gelip tam sizi altına alacağı sırada, mıhlanıp orada duruşunu bir büyü gibi göreceksiniz!

Doğa, kimileyin akışkan ırmak/su akıntısına benzer yaban izlenimi verirken, apansızın utangaçlaşır, içe döner, yürüyüşe davettir bu. Küstüğünü görebilirsiniz bu doğaçtan güzelliklerin ki, insandır bu hüznü veren ona da. Kimselerin keşfedemediği çok ayrı bir açıda durduğunuzda ayaklarınızın altını kazıp duran yılkıların uçuşan yelesine dönüşür bu topraklar, tepeler, ova, kanyonlar.. vadiler…

On binlerce vahşi at, grafiksel çemberler halinde bir koşuya durmuştur. Hattuşa’dan Orantes’e giden on bin tane at.

Evet! Mağrur Mısır Kralı II. Ramses’in yüz binlik ordusunu (İÖ. 1296), Kapadokya’dan giden on bin tane at, Kadeş’te, Orantes Irmağı’nın orada yendi.
İki Hititli savaşçıyı, iki tekerlekli savaş arabalarıyla alıp götüren atlar orada aslında Kapadokya’nın at şekline bürünmüş mistik cinleriydi. Pegasus söylencesini işte bu atlar yaratmıştır!

Kayseri’den Ankara’ya giderken yolum büyülü bir düşten geçti. Kapadokya Söylenceleri denilir bunun bütününe!

Roma İmparatorluğu iktidar güçlerince kovalanan rahiplerin, Kapadokya’yı sığınak ve yurt seçmeleri boşuna değildir. Hepsi gelip, sonunda anne tanrıça Ma’ya, Anadolu’ya sığınmışlar…
Otobüs tam vaktinde kalktı. Kayseri’yi serin sabahın telaşsız koynunda bırakıp vadiye çıktık. Araç boş, birkaç kişi arkada uyku kovalıyor. Ben Kaptan Adem Baba’nın arkasında, iki numaralı locadayım! Otobüsü süren Kaptan, Peri Hazineleri konusunda konuşmayı seviyor ben dinliyorum. Yanlarda şahlanmış atların yelelerine benzer siluetler görüyorum. Kazara soruyorum: ‘Adem Baba burası neresidir?’

‘Burası’ aynadan bıyıkaltı gülüşüyle alaylı/şakalı bakıyor; ‘Peri Hazineleri’nin memleketi. Bilmiyor muydunuz Beyim?’

Şaşkınlığımdan çok hızla yararlanıyor: ‘Türkçeyi bizden iyi konuştuğunuza göre Beyim, ben de sizi Türk sanmıştım!’

‘Ben,’ mırıldanıyorum, ‘Antonio Gaudi’nin (1852, 1926) memleketine geldik sandıydım…da.. Adem Baba!’ Adem Baba, beni gırgıra alıyor celallenmeden önce: ‘Vah vah! Yalınayak çarıklarıyla dünyayı dolanmış fakat Peri Memleketi’ni bilmiyor! Gaudi, Maudi! Bu gavur da kim?’

Bu sırada bir kasabaya girmişiz. Adem Baba celallenmiş.. otobüsü durdurdu, yana geçip ön kapıyı açtı: ‘Beyim otobüsten inin lütfen,’ dedi. ‘Türkiye’ye gelip Peri Bacaları Memleketi’ neresidir bunu bilmeyen yabancıdan hiç hazetmem! Yine şansınız varmış! Türk’üm deyip de burayı görmeyenlerin alnını karışlarım ben!.. Bereket yabancısınız!’

Evet! Kayseri’den Ankara’ya yolum büyülü rüyadan geçti.

Adem Baba otobüsü gazlayıp uzaklaşır uzaklaşmaz biraz ötede karşı sıradaki Tourist Office bürosunda soluğu aldım. Turizm Müdürü İhsan (Tarhan) Bey’e kendimi gariban bir İngiliz gezgin diye tanıttım. Çantam otobüste kalmış meğer! Tarhan Bey:‘Burası Ürgüp! Şimdi icabına bakarız,’ dedi. Birlikte garaja yürüdük. Çantam orada beni beklemekteymiş.

‘Peri Hazineleri diye söylenen yerlerden birisine sizi götürebilirim,’ diyen Tarhan Bey, gönül almak ve bana yardımcı olmak istiyor. Pancarlı Kilisesi’ne sürdük. Define Karanlık Kilise’deymiş! Kapadokya doğa kültür varlığı hakkında yazılı anlatılar yitmiş! Karanlık Kilise denilen saklı mağara sanat tarihi, pagan erken Hıristiyan mistisizmi açısından hazinedir.

Günümüze varmış bir mucizedir, bir tansıktır.

Tekin Sonmez,Cappafantastica Kapadokya, Deneme/Söyleşi, NisMedia Yay., İkinci basım, Ocak 2008, İst.

Leave a Reply