Hindistan,1997, foto by,Tekin SonMez
Değerli İzleyici,
Edebiyat sessizlik ister, diyerek BenAras romanından ikinci bir parça daha yayınlıyorum. Yazınsal metinlerle yakın ilişki çetin bir yoldur. Kolay olmasa da, Türkçe okur/yazarlar için zorunlu yoldur. Bu nedenle sırası geldikçe roman, deneme, öykü türlerinden örnekler sunacak, yazılım süreçlerinde yaşanan arkaplan verilerine değineceğim. İşte arkaplan; örneğin burada sunulan görsellikler, bu romanın yazıldığı günlerde, bu romanın yazarı tarafından çekilmiş fotoğraflardır. Sözü uzatıp sessizliği incitmek yok! Romanının taşıyıcı kişisi, bakın;işte Karls Klark, yeni bir parça ile bizleri de BenAras’a davet ediyor. T.S.
“Tren bileti satılan bir gişe önünde bulunduğunu gördü. Arkasında ucu bucağı kestirilemeyen bir sıra, sabırlı sabırlı beklemekteydi. Yanıt gelmeyince: What do you want, diye yinelediler..‘Ben mi,’ diyerek tuhaf bir şaşkınlık ünlemi verdi. Cam arkasında söylenenleri işitmekte zorluk çekiyordu. Paniğe kapıldı o sırada ve döndü, kendi kendisine sordu: ‘Why are you here?’
“Bilet ve para sokuşturulan aşağıdaki oyukta kulağını tutarak, göz ucuyla arkada bekleyen insan dalgasını görüyor ve elinde olmadan heyecanlanıyordu. Sırada yığın yığın bekleyen insanlar, donakalan Karls Klark’a: ‘What do you want,’ diyorlardı!
“Aslında Benaras Yolları’nda oluşunu unutmuş değildi. Fakat rüya ile gerçek arası içsel yolculuğun da zorlukları vardı. Sonuç olarak: ‘Neden buradayım’ derken, ölüme hazırlıksız yakalanmış bir ruh gibi hür duyumsuyordu kendisini! Bunun üzerine kendi kendisine sordu bir kez daha: ‘Why are you here?’Tren bileti satılan bir gişeye döndü; ‘Bana mı sordunuz,’ diye ekledi ardından.
“Başını yorgunca çeviren fakat gözlerini bilgisayarda bırakan biletçi M.Suresh Kumar: ‘Evet, size sormaktayım’ dedi, hafifçe homurdanarak. Gürleyip gelen jeneratör püskürtmeleriyle kentin soluk alıp verişi aralıksız işitiliyordu. Yineledi birkaç kez: ‘Niyetinizi tam açıklar mısınız’ dedi M.Suresh Kumar.
“Karls Klark’ın günlerden beri bilet için sıraya girdiğini ve beklediğini bilmiyordu. Bu nedenle homurdanmış olabilirdi.. ‘Sir’ dedi, ‘Benaras’a tren bileti, Varanasi.. evet.. Varanasi..’
“Buraya Benaras yazmışsınız! Dünyanın göbeği Benaras’a hiçbir zaman hiçbir tren gitmez! Oraya yürüyerek gidilir! Bunu size söylemediler mi?’ dedi homurdanarak.
“Bunu algılamıştı Karls Klark. Fakat beynine mıhlanıp kalan Benaras’ı söküp atamıyordu kafasından. Delikten geri itelenen kağıttaki Benaras ismine tıpkı Don Carlos gibi çok hızlı bir çizik attı. Varanasi adını yazıp geri iletti bunu. M. Suresh Kumar, değişik yolları deneyerek, geçişleri konaklayışları ile bir gün bir gece bir yerde bekleyerek devam edilen öteki seçenekleri, başını kaldırmadan, yüzüne bir kez bile bakmadan bıkkınlıkla sıraladı.
“Karls Klark, ardında sabırla bekleyen uzun sıraya bir göz attıktan sonra kulağını camdaki deliğe yapıştırdı. Anlıyordu; sunulan biletlere göre yedek olacakmış. Bilet satın aldığına göre, ne demekmiş, yedek, diye sordu. Yatıp uyuma, oturma açısından yedekmiş. Trene binebilecek, fakat şöyle ki kaç gün kaç gece gideceğini bilmediği bir yolda, oturma yeri olamayacakmış! Böyle küçük bir zorluğu aşacak güçteydi artık. Başka bir gün kendisini yine bilet gişesinin önünde buldu. Çünkü kendisine verilen yeni seçeneklerde, kestirmeden ve kolay, aktarmasız, dosdoğru yollar olduğu söyleniyordu. Dolambaçlı yollardan geçerek onu Benaras’a ulaştıracak biletlerle eskileri değiştirme olanağı onu itmişti oraya! Olayın cereyan ediş tarzı doğaldı. Oturma ve yatma yeri olmadan sahip olduğu biletin aslında ne olup ne olmadığını eni konu kavramış olmasına karşın, fakat yine de merak ediyordu. Karls Klark o gün yedek sırasının nerede olduğunu araştırmak üzere istasyona gitti. Bayan Rosamma danışma gişesinde bulunuyordu. Tanrının iyiliğine bakın ki: ‘Oy! Oy’ dedi, Rosamma; ‘bütün Hindistan’ı dolaştıktan sonra mı gideceksiniz Varanasi’ye?’
“Bunun üzerine Karls Klark, yer yer kirlenmiş panamasını terli başından çıkarıp ellerine aldı. Her sabah jiletle sinekkaydı traş alışkanlığıyla, kazınmış saçsız başını şefkatle okşayarak terini sildi, durup dururken bakıştılar. Rosamma ile olan bakışlarda öyle mahzunluk yardım dilenme falan yoktu. Ciddi, sert erkek bakışları vardı. Yedeklik sırasında Rosamma’ya göre herhangi bir gelişme görülmüyordu. Olacak gibi de değildi. Fakat bir çözüm de varmış bununla birlikte, en iyisiymiş üstelik. Kalrs Klark Hindistan yurtttaşı olmadığını kanıtlayacak bir pasaporta sahipse, pasaport numarasını da form kağıdının üstüne yazarsa bu kez kendisine kota adı verilen olanakla oturma, hatta uzanma, kuşetli numarası da hemen, o anda verilebilirmiş! Yabancılar için hiç zor değilmiş bu durum. Hindistan yurttaşı olmadığını kanıtlayacak yabancı pasaportuna pekâla sahipmiş! Fakat Karls Klark bir hindu imajı ile yaşıyormuş bir süredir demek ki. Kendisinin bir hindu yurttaşı gibi algılanması üzerine şaşkınlıkla derin hülyalara dalıverdi yine. Bereket bu sırada Rosamma, özel kırmızı bir gününde değilmiş. Renksiz gününde olduğu için agresif değilmiş. Sormuş; ne diyormuş bakalım yabancı hindistani seyyah bu son duruma? Rosamma sordu, sevecenlikle baktı! Sonunda daha fazla dayanamadı. Camın ötesinden işmarlar göndermeye başladı.
‘Şurayı geçip, içeriye benim yanıma geliniz’ dedi. Karls Klark, işte yine bir bayan, diye mırıldanarak söyleneneni yaptı; sağa sola açılan labirentleri ard arda gezinerek, Rosamma’nın iş yaptığı bölmeye girdi. Rosamma’nın eğildiği kompütere baktı.
“Rosamma’nın beklentisiz nazik tutumu, Karls Klark’ı yeni bir rüya dünyasına itmek üzereydi. Bu güzelliğe söylenecek söz yoktu! Ebruli çiçeklerle bezeli bir saree, boylu ve dolgunca bir beden.. Bilgisayar önünde kadınsı kıpırdayışlar, mırıltılarla nazlı nazlı verilen bilgiler.. ‘Neden bu dolambaçlı yolu seçtiniz,’ diye sordu. İkinci kez göz göze geldiler. Bir elektrik çakışması oldu.
‘Ben seçmedim,’ dedi Kalrs Klark, ‘Sahip Kompüter seçti!’
Fazla beklemedi Rosamma, yeni bir plan çıkardı; en kestirme yolu hem de en ucuzundan, zahmetsizce gidebilirmiş.. Rosamma güzel ve hoş olduğu kadar zeki bir kadındı, yardım konusunda cömertti üstelik, zamanı esirgemiyordu. Üç yeni başvuru formu ile üç yeni yolculuk projesi; tren nosu, tarih, istasyon ismi, pasaport nosu falan, eklendi ve ilerideki gişelerden birisine buyur edildi Karls Klark. Durumun böylesine hafiflemesi şaşaırttı onu.
“Karls Klark yük vagonları gibi işleyebilir olaylara Berlin’den atıldıktan sonra alışmıştı. Hatta düşkırıklığı verdi Rosamma’nın hızlı çözümü! Yedinci ya da sekizinci gişeler onun için servis yapabilirmiş bunu da öğrendi. Mahşersi kalabalığın arasından geçerek koştu. Gişelerin birisinin arkasında M.Suresh Kumar el ediyor; ‘ne oldu,’ diyordu. Eski biletlerle yeni yazılmış formlar, kaderin öreceği ağı beklemek üzere M.Suresh Kumar’a uzandı.
“Bir mucize daha oldu! Bay Wilson Yesudas camın arkasından gizli bir santrafor gibi uzanıp hamle yaptı. Eski biletlerle yeni yazılmış formları, ardından bir parmak darbesi ile önüne düşürdü.
“Bireyci bir tarzla kendisiyle paslaşarak, kağıtları masanın üstüne koydu Wilson Yesudas, bilgisayara, eski konusuna döndü. Biletlerini ve formlarını elden kaçıran Karls Klark, M Suresh Kumar’a doğru sonuçsuz hamleler yaparken, Wilson Yesudas; ‘bekleyin’ dedi ‘biraz işim var.’ Uzun sakallı, bıyıklı ve sert bakışlı Wilson Yesudas bir süre eski işlerine takıldı kaldı. Karls Klark’ı unuttu. Rosamma’nın güzel parmaklarıyla doldurulmuş yeni formlar, Wilson Yesudas’ın önünde duruyordu. Epeyce sonra: ‘Niyetinizi tam açıklar mısınız,’ dedi. Evet iyi huylu yaklaşımlar; yardımlaşma ve başa dönme zorluğu.. Karls Klark istemeden zaman tüneline girmiş oradan çıkamıyordu:
‘Niyetim orada yazılıdır, Sir’ deyiverdi.
“Formlar ve eski biletler Wilson Yesudas’ın elindeydi. Bu davranışını daha sonra etik açıdan düşünecekti. ‘Formda yazılıdır,’ sözü ile tartışmayı kesmişti. Fakat Wilson Yesudas’ı, kağıtlardaki bilgi bulamacına, bilmecelere benzer dolambaçlara yöneltmişti. Neden böyle yapmıştı? Ateşi mi vardı, yorgun muydu? Bilge sakalını kendisine huzurla yakıştıran Yesudas’ı formların derin kuyusundaki labirentlere neden itmişti?
“Yanıt veremiyordu Karls Klark kendi kendisine. Sonunda Bay Wilson Yesudas yorgun bakışlarını gizlemeden, bilgisayardan çıkarak Karls Klark’a yöneldi. Ardından Bay M. Suresh Kumar yaklaştı. Gişeler çözümsüz denklem sonucu kilitlenmişti. Öteden Rosamma koştu, şöyle ki saree’sinin omuzundan kaymasına ve güzel göbeğinin açılmasına aldırmayarak oraya geldi. Ardından öteki görevliler sökün ettiler. Cam fanusun, Çin Seddi arkasındaki bilgisayar merkezinde uğultulu fokurtular yükseliyordu.
“Kompüterlere aynı anda dalış ve çıkış süredurdu. Kesişme yerleri, aktarma istasyonları, bağlantılar, ranzalar numaralarıyla bulunup çıkarıldı. Böyle bir ruh ve beden değiş tokuşuna benzer uğraşıdan sonra gerçekleşmiş olan durumda bir sır vardı. Wilson Yesudas yorgun bakışlarıyla bilgisayardan çıkarak dedi ki: ‘Mr Klark, bu ülkede her şey kolay, bilgelik zor! Yolunuz açık olsun!’
“Benaras yolları, işte böyle açıldı Karls Klark’a, evet!
Uzayan bekleme sırasındaki insanların ayaklarının şiştiğini hiçbir görevli umursamadı. Çünkü günlerdir orada saatlerce ayakta bekleyen Karls Klark’ın da ayaklarında yaralar açılmıştı. Don Carlos’un verdiği çarıklar kırmızı renkteydi. Kan sızıntılarına kara ve sivri sineklerin tünemesi departmanda çalışanların güzel huzurlarını kaçırmaya başlamıştı. Ortada rüya falan da yoktu. Fakat bu nesnel hayat deneyimi ile elde edilen tren biletleri sonrası, tuhaf başka bir şey oldu.
“Bu kez Karls Klark Benaras’ta yaşıyormuşcasına değişik rüyaların içine düştü. Bunlardan birisinde Benaras’a varmıştı güya. Kocaman bir sandalla Ganj sularını bir uçtan öteye doğru kürekle çekmekteydi. Ganj, kaç yüzyıldan bu yana, güya bu sahne özlemiyle yanıp kavrulduğunu belli ederken, güneş doğuyordu!
“Bu seyirlik sahnede, bunları temaşa etmekteydi Karls Klark. Turuncu bir portakal gibiydi güneş! Bu ışıltı, doğu yönünden, ırmağı batı yakasına doğru çekip uzatıyordu.
“Sur benzeri sıralanan konutların üstüne, sonsuzluk duygusu gibi halis altundan bir varak rengi örtüyordu güneş. Ölüm ve ölümsüzlük halini çok derin bir mercekten, Karls Klark ilk kez orada, derin bir şaşkınlıkla seyretti nedense! Ganj’ın derin sularında, sabahın altun ışıklarını gönül huzuru ve sefa içinde kürek kürek bir uçtan öteye yorulmadan taşıdı.
“Ne olursa olsun, Benaras’da anlık/sürekli bir Benaras yaratma düşü, zor değildi onun için. Ganj, akarsu olmaktan çıkmış altun potasına dçnüşmüştü. Kesik rüyalardan uyandığı anlarda sonsuza gitmekte olan trenin, demir parmaklıklı bir vagonunun en üst ranzalarından birisinde Karls Klark kendisini görmekteydi sık sık.
(Sürecek…)
Tekin SonMez, ‘BenAras, Bilgelik Gizemi Hindistan,’ Roman, Bölüm Üç:’Dolunayda Aynalardan İbaret Kum Yolu,’ s. 131-134, 3.basım, Nis Media Yay. İst. 2008, ilk basım mayıs 2005