Değerli İzleyici,
Geçen hafta Sarıkamış, iki kuşak ve 1936 tarihi ile karşımıza çıkan ‘fotoğraftaki öykü uzun,’dedim. Kısa bir yaşama bağlı bu büyük fotoğrafı nasıl okuyacağız? Bu bir açılım tasarımıdır!
Açılım insanın ilk kendi içselliğine açılmasıdır. Hadi açtık ve okuduk diyelim! Bu okumayı nasıl bir dilmaçlıkla çevireceğiz ve kendi öznel okuma yöntemimizi genel bir okuma düzeyine indirgeyip ortak bir dil paydası altında kamuoyunun da okumasını nasıl sağlayacağız?
Bir panoya asılmış yarı resmi bir çizelge okuması değil, hayır bu değil, bir yazınsal metin dili olan bir okuma ile yola çıkmak var bu işin içinde. Yazınsal metinci olan bu satırların yazarı, bu okumayı mektup türü ile meraklılarına iletebilir. Bu fotoğrafın çevrimi, mektup türü ile yazılarak gelecek kuşaklara sunulabilir mi? Bu bir düşünce açılımıdır.
Fakat mektup türü çok öznel duyumları da içerir. Böyle ise nasıl okuyacağız? Şiir mi yazacağız ki, bunun öznel boşalımcı, hamasi ve didaktik ve monoton örnekleri var. Konuya dönelim, bu fotoğrafta bir arkaplan var. Bir kent var. Bu kentin tarihi, bu aile ile hem de bu aileden bağımsız bir tarih var. Bu fotoğrafta parçadan bütüne, bütünden parçaya doğru ilerlemek de var. Nereden başlayalım?
Ortada gecikmiş bir açılım, hatta tasarım denemesi var. Henüz ortada hiçbir şey yok! Zeus’un gökgürültülerine benzer tanrısal homurtuları da her insanın içinde vardır. Olsun! Karşımızda ‘anlatıcısını uzun yıllar bekleyen bir tarih var,’ diye noktalandı önceki yazı.
Zeus’un gökgürültülerine benzer öfkeli homurtularını şimdiden evet, yakınlarımda işitiyor gibiyim. Evet,‘mükemmel’i arama, daha iyisini yapma nedeniyle her insan içinde hoşnutsuzluk ve öfke mayası taşır.
Soyaile saygın bireylerini de bu son derece insanca eğilimin dışında tutamayız. Sonuç olarak insanda öne çıkacak kırılganlık mayası bir yanardağ gibi lav saçar çevresine ve açılım tasarımı sona erer. Her türlü açılım zordur. İnsan ilkin kendi içselliğine açılmalı. Neden?
Bireylik dağarıyla varsıl bir önhazırlık ister her açılım. Bu fotoğrafı okuma açılımında bu tür bir yazınsal metni okurken; ne ‘öfke baldan tatlı’ olmalı, ne de ‘öfke ile kalkıp zararla oturmalı,’ insan.
Daha özü bu aile açılıp okunması niyetiyle bir öykü, kent, kasaba tarihi de bırakmış geride. Her birey farklı an ve değişik zamanlar peşinde koşacakları sırada, nereye doğru yol aldıklarını bilmeden resmedilmişler ki, evet, ileride yapılacak bir açılımla okunsunlar. Yoksa neden o an bırakıldı geride? Göstermelik olsun diye mi?
Hayır! Hayır! İyi bakalım bu fotoğrafa; bu an’ı dondurup o biçemiyle resmedip yiten kişiden hiçbir iz yok elimizde ki onu konuşturalım.
Daha o yıllar, bu simetrik görsellik anıtını geleceğe gizli yansı versin ve anlatıcısını bulsun diye sırlayan fotoğrafçının önhazırlık çabasında ve onun önüne çıkan aile profilinin derin arkaplanında sır var. Gören, arkaplanı gören ve gelecekte onu görebilecek göze sır veren sanatsal gözle bu görselliğe bakınca daha başka öğeler de ortaya çıkar. Bakın!
Fotoğraftaki her birey üzerinde tek tek çalışan bir sanat gözü var şu yanda. Bu gözü görebildiniz mi? Önünde üçleme simetri duruyor!
Bu göz işte bu göz evet bu göz ile bu fotoğrafı okuma hedefini, bakın, bu satırların yazarı kendisine bir açılım ve okuma hedefi yaptı.Öte yandan evet, fotoğraftaki öykü ise uzun!
Bununla birlikte elimizde çok uzun bir süre yok ve yaşam ise çok kısa.
Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez
Stockholm, 16 Aralık 2009