Değerli Okur,
Burada işlediğimiz konu değil sadece, her konu her zaman yansızlık ister. Burada gündeme alacağımız konuların içinde çevreyi, olguyu, insanları tanıtmak da var, fakat tanımak esas konu. Kimler, nasıl başladı bu serüvene ve bir bütünün öteki parçaları, şöyle ki gördüğümüz gibi köklü bir nüfus hareketi olan ve bugün de hemen herkesi ilgilendiren durumu oluşturdu. Merak uyandıran bir serüven olarak yazarların, siyasetçilerin, amatör konuşmacıların gündemini dolduruyor.
Hareketin içinde lokomotif olan bireyler var. Her yerde, her şeyde olduğu gibi her hareketin çekimi ve çekicisi var. Çekim ya da çekici için eskiler “cazibe” diyor.
Bir örnek verecek olursak; “güneşin cazibesi, dünyayı ve ona bağlı öteki gezegenleri çevresinde tutuyor,” denir. Buna, “güneşin çekimi” diyoruz. Örneğin; “yer çekimi” tanımı var. Çekilen bir şeyin daha sonra dönüşerek çeken olması gibi bir durum.
Çekici; taşıyıcı anlamı da içerir, sürükleme anlamı da fakat, tam anlamı, “cazibe” sözcüğünden türeyen; kendisini de hareketli bir “cazibe”ye dönüştüren obje ya da “önde koşan” olarak algılanmalı.
Bu açıklmalar neden? İçi boşaltılmış sözcüklerle, rastgele betimlerden her yerde kaçınırım.
Sonuç olarak, bu satırların yazarı olarak yaptığım iş, dil oyunlarına da başvurmadan, aramızda iletişim aracı olan bu dili doğru kullanmak ve istenmeyen algılara yol açmamak.
Bu blog ile gündeme alınan hedefin öz hedefi doğru olmalı, “zikzak” çizmemeli; bu bir misyondur.
Hedeflerden birisi, belki de en önemlisi; söz kargaşası, “laf ebeliği” içine itilen toplumda, doğru, açık, yalın ve anlaşılır olma misyonu yüklenmek. Bu misyon nereden geçer? Bu misyon; vurguluyorum; “üst/dili” yazınsal metinci olarak iyi bilmekten geçer. “Üst/dil, toplumda yazınsal metin dili olan, yazınsal metinleriyle evrensel diller ailesine ulaşma düzeyindeki dildir. “Gökten zembille” inmez, yıllar ve bireysel emek ve çaba ister. Bu anlamda açık olmayan bir dille bir konu üzerine eğildiğimiz zaman ortaya bir kaos çıkabilir.
İlkin, kökenli olmanın, o kökenin sözcüsü olmak ve bu hakkı başkalarına tanınamak gibi bir eğilim “handikapı” da var. Örneğin Kulu kökenli olmak, Kulu’yu anlamaya ve anlatmaya bir anlamda yetse bile, öteki bir anlamda yetmez. Her madalyonun iki tarafı var. Beride değindim, ilk zorluk; yazın dili…
İki; yansız olmak. Herhangi bir alanda kendisini ona ait, ya onu kendisine ait gibi duyumsayanlar, o konuya eğildiklerinde duygusal düşünmeye başlar. Kaçınılması zor şeydir bu da. Ele alışımızda duygusallık, romantizm değil, rasyonalizm, gerçekçilik temel olacak.
Gerçekçilik, gerçeklik farklı açılardan değişebilir bir fotoğraf objesine benzer. Bununla birlikte o fotoğraf objesini birçok farklı açıdan sunmak da var işin içinde. Bunu başarabilmek hüner ister. Bu hüner bir yere bağlı olmanın, ‘ait olmanın’ yetmeyeceği birikim ister; dil deneyimi, bilgi ve bilgiye yansız yaklaşım olgunluğu ve içtenliği ister.
Bunu yüklenmek de getirisi olmayan bir misyondur. Her olgun yazarın, yazısız bir sözleşmede, kendisiyle yaptığı etik bir gizdir. Bu giz, iyi ve başarılı yazarların doğru yapıtlarıyla belgelenebilir.
Burada gündeme alacağımız konuların içinde, çevreyi, olguyu, insanlarını tanıtmak var, salt tanıtmak değil tanımak esas konu, dedim. Filmi başa doğru saralım ve ilk hedefi gözden geçirelim.
Gerek söyleşilerle, gerekse portrelerle tanıtım ve tanıma konularındaki örnekleri, ilginize sunacağız. Örneğin; Başarılı Gazeteci Tandoğan Uysal ile bir söyleşi var hemen sırada.
Örneğin Kulu büyüklerinden bir portre; Mustafa Akan ile söyleşi var. Başarılı bir ailede çocukluğu ile lokomotif bir portre; Osman Demirörs ile içtenlikli bir anlatı olacak…
Deneyimleri ile Kulu’ya ışık tutabilir, örnek bir aileyi temsil eden, eli kalem de tutan, eğitimci bir Haydar Akan anlatı açısından bir portre olacak.. ve birçok kişi söyleşileriyle yararlı olacaklar.
Sevgi, içtenlik…
Tekin Sonmez