Değer İzleyici,
Çocuk sevgisi taşıyan mektuplara yanıt gecikmedi. ‘Yakıcı bir konu,’ diye ad koymuş son mektup. İçeriğinde ‘kızgınlığı büyük ve yakıcı bir konu’ işleyen, içtenlikle yazıldığı anlaşılan bu iletiyi, bir bölümü midsommardag gününde arşivimize konan fotoğraflarla yayınlıyorum.
Çocuk konusuna pedagoji ruh/bilimi açısından eğilen ve Galiçya’da doğan, Viyana’da Freud’un başyardımcısı olan, farklı görüşleriyle bir dönem gözden düşen, Hitler’in işbaşına gelmesinden kısa süre önce İsveç’e (1933) gelen, daha sonra ABD’ye yerleşip (1939) araştırmalarını orada yapan ve McCarty’cilik salgınıyla yine orada başı derde giren ve Pensilvanya tutukevinde ölen (1957) Wilhelm Reiche’a gönderne yapan mektup şöyle başlıyor;
“Blog Yönetmeni Sayın Tekin Sonmez,
“Son günlerde çocuk fotoğrafları ile şenlenen blog izlencenize takıldım. İlk başlarda felsefi konulara dalıp çıktınız! Bu tür felsefi takılmalar da beni zaman zaman sarar, fakat sonunda yorar da.
“O ilk günlerde şurada kaldım;‘ Dün kendimden uzaklaşmak için çıkmıştım sokağa. İnsanlar da dört mevsim yeşil yapraklarını koruyan ağaçlara benzer…’ Bunu uzun süre tekrarlayıp durdum.
“Bu sözler bana felsefeye açılan bir pencere gibi görünmüştü. O gün bir ara cevap yazmaya bile kalkıştım. Yakıcı bir konu! Sonra ne oldu? Bilmem! Ben de bunları alt alta yazdım, çalışma masamın üstüne iliştirdim. Hatırlatma olsun.. hani.
“Daha sonra; ‘insan kendisine sokulmak için mektup yazar,’ sözlerini okudum. ‘Ben zaten kendimdeyim,’ diye düşündüm, blog izlenceme ara verdim. Sonra ne oldu? Çocuklar.. evet! Şimdi çocuklarla ilgili ve beni etkileyen bir konuya parmak bastınız, size gelen son iki mektubu yayınlayarak. Keramettin Bey ve Melike Hanım’ın çocuk sevgisi çok hoş ve Malatya doğumlu anne, Sivas doğumlu baba, Paris doğumlu Helin ve Paris.. bu da insanı saran sımsıcak bir mektup.
“Bu tür çocuk öyküleri sizin de başınızdan geçmiş olabilir tabii! İşte ikinci defa yazıyorum; bu da çok yakıcı bir konu evet çocuk konusu! O mektuplar.. üstelik bir de uzun süre e-post kutusunda beklediklerini itiraf ediyorsunuz! Her ne ise şimdi bu eleştiriye lütfen takılmayın, yani alınmayın! Niyetim eleştirmek değil! Mektup yazmak insan üzerinde nasıl, ne gibi etki yapar, bunu merak ediyorsunuz sanırım.
“Benim mektup yazma meselem bu değil. Ben burada farklı bakıyorum. Mektup da değil, bebek veya çocukla ilgili bir alıntı iletiyorum. Bakın! Bakın, Wilhelm Reiche, bakın ne diyor! ‘Bizim ünlü doğumevlerinde sarsılmaz bir yasa yeni doğmuş bebelere doğumdan yirmi dört ya da kırk sekiz saat sonrasına dek meme vermeyi yasaklar.
“Reiche devam ediyor; ‘Bebekler ağlar sızlar acı çeker. Gidip bu önlemi sorun. Akla yakın bir tek nedene rastlayamazsınız! Düşünsenize canım! Çocuğu götürüp anasına bırakmak ha! Dokuz ay yaşadığı sıcak ana rahminin dirimsel enerji alışverişini yitiren, 37 derecelik bir ortamdan ansızın 18-20 derecelik odaya çıkan bebek, anne vücudunun tatlı sıcaklığından da yoksun bırakılır.’(*)
“İnanmayacaksnız ama bunlar benim de başımdan geçti Sayın Editör! Mesleğini sevmeyen hemşirenin emirlerini uyguladığım için beş saat acılar içinde süren normal doğum inadım, sonunda insanları seven bir hemşirenin gelmesi üzerine meyvesini verdi ancak. Yoksa ölecektik!
“Odamda beni yalnız bırakan o hemşire her geri dönüşünde ne dedi biliyor musunuz? ‘Normal olmuyor, sezeryan yapalım!’ Para için tabii! Her seferinde; ‘hayır, olmaz, normal doğuracağım,’ diye yanıt verdim.
“Beş saat acılar içinde, evet! Çünkü ilk hemşire soluğumu yanlış kullanmam için bana ha bre emir veriyor. Sonunda ansızın gelen başhemşirenin söylediği doğru solunumu yaptım ve onun beş saat sonra odaya girmesi ile normal doğum on dakika içinde gerçekleşti. Şaşırdınız mı? Sayın Editör, bakın iş burada bitmedi! Tam ben ‘oh dünya varmış,’ diyecektim ki, çocuğumu alıp götürmeye kalkıştılar. Bu kez bütün gücümle haykırdım, ‘çocuğumu benden alamazsınız,’ diye. İşte böyle Sayın Yönetmen, Wilhelm Reiche haksız mı?
“İkinci büyük kavga, iki gün boyunca çocuğa aşı yapma konusundaki baskıydı. Buna da karşı çıktım, düşünsenize daha yeni doğmuş bebeye, sarılık aşısı verecekler! O bebenin karaciğeri ne duruma düşer canım? Kızgınlığım büyük ve yakıcı bir konu! Wilhelm Reiche şu sözleri ile haksız mı? Hepimizin bildiği fakat nedenini bilmediğimiz şeyi o söylüyor, diyor ki; ‘Ananın benediyle ilintinin kesilmesinden sonra, çocuğun kıpırdanması önlenir, çocuk kundağa hapsedilir…’ Wilhelm Reiche ile devam etmeye dilim varmıyor Sayın Editör!
Gördünüz gibi ne yakıcı bir konu değil mi? Çocuk! Çocuklar, yani insanlık. Böyle ise; siz, ben, o, hepimiz yarım kalmış, hatta yarım bırakılmış ve düşlerimizde ağlayan çocuklar değil miyiz Sayın Editör? ‘İnsanlık mı’ diye bana sorarsanız; bakın ben; ‘Çocuklar ağlamasın’ derim hepsi bu kadar!
“Gördüğünüz gibi çocuklar bana mektup yazma isteği doğurdu. İster yayınlayın, ister yayınlamayın! Ben belki de bu satırları yazarak kendimden, hatta belki de yarım kalmış çocukluğumdan bir an kurtulup dışarı çıktım! Olsun! Olsun!
Bu mektup, sizin açınızdan buna vesile oldu ise teşekkür ederim.
“Teşekkür benim olsun, sevgi ve içtenlik sizin…”
“NOT; Ha! Evet! Az kalsın unutacağım! O fotoğrafını yayınladığınız Ayla benim kızımdır ve anlattığım doğum öyküsü onunla ilgilidir.
*Wilhelm Reiche, ‘İnsanın Doğadaki Yeri’ Çev. B.Onaran, Payel Y. 1985