Writer, Photographer, Journalist

Cömert’ten Mektup, 9 Şubat 1972, ‘Başımdan geçen dertleri sonra genişçe anlatırım…

Şöyle ki; ‘..acele yazıyorum. Yazıyı postaya yetiştirmek…’ betimi, mektuptaki ikincil doğrudan işlevsellikle donanımlı.

Evet bir yazı var, postaya yetişecek, bir de ‘o güne dek yanıt verilemediği için üzülme..’ ve ‘teşekkür’ ve daha sonra yazılma sözü verilen, açılıma ucu açık tanımlama var. Bedrettin Cömert’in ilk mektubundan bir pasajı bir daha izleyelim.

‘Ankara, 9 Şubat 1972
‘Kardeşim Tekin,

‘Şimdiye dek tek satırla olsun sana cevap veremediğim için üzgünüm. Özür dilerim, ayrıca bana karşı gösterdiğin içten ilgiye teşekkür ederim. Hasan Hüseyin, mektuplarında sana durumu anlatmıştır. Şimdi acele yazıyorum. Yazıyı postaya yetiştirmek istiyorum ki, bu sayıya girebilsin. Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım. /../ Gözlerinden öperim.’
‘Bedrettin Cömert
‘Turan Emeksiz sok. 14/3, Gaziosmanpaşa/Ankara’

Değerli İzleyici,

Bir mektup yalın anlamda ne tür bir işlevsellikle yüklüdür, ya da kaç tür işlevsellik yüklenir? Tek işlev yükleneceği gibi dolaylı dolaysız birkaç işlev yüklenebilir aynı anda. Birkaç açı ile farklı işlevsellik yüklü üstteki mektup, içten yazılmış; bu kullanılan sözcükler aracılığı ile seziliyor. Seziyorum, bakın şöyle; içtenlik bağlamında sezgi vardır; içtenlik kendisini sezgi ile açar.

İçtenlikli gibi görülebilen sunumlar, kimi yerde yanılsama tuzağı da hazırlar okuyan kişiye ya da okuruna. Bu mektup 1972’de yazılmış!

Yansızlıkla eğiliyoruz mektuba. Bu mektupta yanılsama tuzağı sezdiren sözcük sızıntıları yoktur. ‘Gözlerinden öperim,’ içselliği yazılmıştır.
Bu içsellikle gelen gerçek bir açılım sesidir.

Gören gözden, berrak zihinsel algı sezgisinden sıyrılıp kaçamayan tuzak vardır yazılan her mektupta. Sezgi ögesi, giz, yanılsama tuzağı ve sezgi algısı hepsi vardır. İçsellikle gelen bir ses ya da sızma yöntemiyle gizlenen, saklanan sözcükler vardır mektupta.

Kimi yerlerde sezgi algısı öne çıkar. Yansızlık bağlamında sezgi algısı, sezgici algı diyelim. Buradaki analitik çözümde sözcüklerin doğrudan yalın durumları yetmez.

Sözcüklerin arka arkaya sıralanışı ve tümcelerin veriliş sıralaması önemlidir, dahası doğaçtan gelen dil, sözcük, tümce kurgusu (sentaks) önemlidir. Bir konuyu açıklama sırasında zincirleme ve fakat doğaçtan gelen söz dizini yazan kişiyi eleverir.

Bakın, doğaçtan gelen kurgu, diyorum; ‘samimi’ olmayan bireyde, doğaçtan ya da doğal kurgulu değildir sözcükler. Kurgu sözcüğü ile doğaçtan, bu iki sözcük tersleşiyor ilk bakışta.

Doğal, kendiliğinden sarmal gelen, birbirine sarılarak gelen sözcük sıralanması, diyelim buna. Satırarası okuru, buna; görme pertavsızı, görme büyüteci ile değil, sezgici algı ile bakar.

Bu tür içten yazılmış mektuplar doğaçtan duru ve akışkan sözcükler yüklenir. Mektup yazan kişinin kendisini salıvermesiyle, kendisini baskı altına almamasıyla karşısındaki sezgici algının harekete geçmesi paralel bir koşuya çıkarlar. Sezgici algı, o sırada bir dedektif gibidir. Yazılan her sözcüğe bir ‘mim’ koyar, geri dönüp bir daha bakar oraya.

Mektup nasıl yazılır, sorusuna yanıt ararken, içimizden gelen ses olsun, yeter derim ben bir yazısal metinci olarak. Kendi sesini sonsuz bir boşlukta eko yaparcasına, ard arda yankılarıyla içte duymak!

En gerçek sahneler böyle sıralarda, böyle içsel anlarda yazılır.

‘Kardeşim’ sözcüğü ile başlayan ve ‘Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım,’ tümcesi ile noktalanan mektup, açılış ve kapanış sözcüklerinde gördüğümüz gibi, evet; ‘içten gelen bir sesle’ yazılmış.
Sevgi, içtenlik…

Tekin SonMez
Stockholm, 13 Ocak 2010

Leave a Reply