Değerli İzleyici!
Kars Platosu yazıları demek kolay! Bu konuda dizgeli ilk notlarıyla Varlık Dergisi’nde (1992-93) yayınlanan makalelerin yazılım ortamını, yazarının bu konuya bağlı başlangıç çalışma sürecini özetleyelim.
Bu makalelerin ilk fragmanlarla ortaya çıkması Berlin Duvarı’nın hemen yıkılış sonrası, Avrupa’yı saran belirsizlik rüzgarlarının şiddetle estiği; siyasal sosyal, ekonomik ve ‘güçler dengesi’ planında Sovyetler Birliği’nin bıraktığı boşluğun, hangi güçler tarafından doldurulacağının kestirilemediği yıllardı. Berlin’e ‘Berlin Senatosu konuğu’ alarak gelmiş ve ‘Söylence Berlin’isimli romanımı yazmaya koyulmuştum.
İsveçli Türkolog Eva Agnes Csate Johanson ve Moldavya Cumhuriyeti ile kimlik kazanan Gagavuz bilim adamı Hıristiyan Türk İstemi Han Stephan Curoğlu ile bu dönem karşılaştım. Oğuzlar’ın bir bölümünün Musevi bir bölümünün Hıristiyan Katolik olarak karşıma çıkmalarını ve ötesini o günlerde düşünmeye başladım, Varlık’ta(1992-93) yazdım.
O günlerde kendime şunları sordum: ‘Oğuzlar, Anadolu kökenli ve herhangi bir ‘ırk aidiyeti’ olmayan Gregoryen ruhaniliğine katılmış olamazlar mı? Avrupa’da, Gagavuzlar ve Karaimler’de görülen bu ‘sosyal realizm’; islami değerler öncesi Anadolu’da, ticaret aracılığıyla bazı Oğuzlar tarafından belli sürelerde yaşanmış olabilir mi?’
Bu satırların yazarı olarak, o günlerde bir yıl kadar süren bütün Hindistan gezginliğimi (1990) tamamlamış, büyük hindu üçlemeye bağlı Lord Siva’yı; onun öteki isimlerinden ‘Ardahanisvara’yı öğrenmiş ve bunun Sankritçe kaynağını kavramakla birlikte, Kars Platosu’ndaki ‘Ardahan’ ilişkisini düşlemeye başlamıştım.
Sıfır sayısını bulan Hint felsefesine bağlı Brahma, Siva, Vişnu üçlemesinin ve ‘Ardahanisvara’ ile ‘Ardahan’ esinlerinin verdiği çağrışımlarla başlattığım ve hemen ardılı bir yıl süren Güney Amerika gezginliğimi (1991) tamamlamış ve Avrupa’ya, Berlin’e dönmüştüm.
Tengrici Şaman Oğuz boylarına bağlı ve fakat evrilme sonucu ‘Hıristiyan Gagavuz’ ve ‘Musevi Karaim’ Türk grupları üzerine düşünmem ve onları çalışma konusu yapan sosyalbilimcilerle ve dilbilimcilerle karşılaşmam ve yazmam ve Tengrici Şaman Oğuzlar üzerine yoğun düşünmeye başlamam bu yıllara tarihleniyor.
Muğla, Köyceğiz Gölü, Sandraz doruklarına gelen ve ‘Olympus’ dağı ismini, ‘Ölemez’ Dağı’na çeviren Oğuzların ardılı ‘yörüklük’ üzerine yazmalarım (5.1.97 Hürriyet, 13.10.97 Radikal) daha sonraya rastlar.
Kars Platosu merkezine bağlı su yataklarıyla tengrici Oğuzlara yol açan Coruh vadileri ve Kelkit Çayı çakışmasıyla ulaşılan Oğuzların Anadolu’ya yerleşme ve yurt edinme sürecinin başladığı büyük Sivas Platosun’u (Son Oğuzlar, 8.9.97 Radikal) yazmam da sonraya rastlar. Evet, Kaf Dağı Masalları anayurdu Kars Platosu’na girme vakti idi.
Fakat bu kez, Turki dillerden birisini kullanan, Anadolu’yu Tengrici Oğuzlarla birlikte evrilerek yapılandıran Hazaralar’ın evet Hazaralar’ın da geride Anadolu’da bıraktıkları kültürel varlıkları ve bunların izleri peşinde Kars Platosu’na yine Kafkaslar’dan girme vaktidir.
Tekin SonMez