Bu blog; kitap insan faktörü nedir, nasıldır buna biraz da öznel açıdan yaklaşmak için başladı.
Sahaf kitap, işte bu blog bir yaşında!
Spesifik, seçkin ve ayraçlı bir konu olduğu o denli açıklandı ki etkinlik ilerledikçe bir de ‘kitap aşkı’ diye bir tanım ortaya çıktı.
Değerli İzleyici,
Güncel ortama yaklaşık otuz kadar yazı sunduk.
Bugün, geçen bir yılın sayımını, dökümünü yapmayacağım.
Bugün kitap aşkı konusunda bir sunum olacak.
Daha önce İbrahim bey ve Halil Bey bu konuya parmak basmışlardı.
Nedret Bey, bu güzel pası aldı, topu kaleye doğru sürüyor; ‘dükkandan çıkışıyla, önceki girişi arasında muhteşem bir farklılaşma olduğunu da biz görür ve hissederiz,’ dedi.
Topa bu zarif vuruşlarla sahaya yayılan Turkuaz takım, sanki aradığını bulan bir aşık gösterir gibi, rakibe karşı birebir markajla dar alan presi yaparak orta sahaya yayılıyor ve kale önünde bir hava topuyla yükselerek farklı bir açıdan, farklı bir köşeden gol peşinde koşuyor… Söyleşiyi birlikte izleyelim.
Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez, 04 Nisan 2011, Stockholm
Şimdi bu tabii ki iki taraflı mutluluk veren daha doğrusu en büyük mutluluğu veren olaylardan biri. Hele hele çok nadir bir kitabı bulmak bizim yönümüzden de, yani biraz evvel size anlatıyordum ben, bir kütüphanede bir kitap görürsek böyle bizim gözlerimizin feri parlar. Müşteride de bu oluyor. Müşteri bulduğu zaman aradığı kitabı, müthiş mutluluk, müthiş bir mutluluk duyuyor, böyle. Şimdi efendim bundan yıllarca önce, biraz evvel hatıra da dediniz, Nedret Bey’le bir kütüphane işine gitmiştik, biz kütüphane pazarlığını yaparken, orda çok güzel birkaç tane.. yani nadir kitaplar gördük. Fakat bizim gözlerimizin parladığının tabii kitabın sahibi orda farkına vardı ve ben size bu kitapları daha sonra vereyim dedi, bir daha o kitapları alamadık.
Nedret Bey bunlar kitap insan aşkına ayna tutuyor değil mi?
Kitapçılığın da, kitap alıcısının da bu kitaplara ne kadar düşkün olduğunu ve istekli olduklarını hissettirmemek.. ee tabii bir ticari ilişkinin içersinde olduğu için belli etmemek faydalıdır derler. Yani kitapçı öyle çok alırken.. gördüğü kitabı amann demesi, onun.. evet, renginizi belli etmeyeceksiniz.
İzleyicilerimize bu tutku ile bir örnek verilebilir mi?
Mesela Çelik Gülersoy da gerçekten kitaba müptela derecesinde bağlı, hakkaten kitabı çok seven bir adamdı. Ben yaşamadım ama ustamdan dinlediydim.
Çelik Bey’in zamanında çok aradığı bir kitabı, bir keresinde ona haber verdiklerini, Çelik Bey’in bizzat, taa Beyazıt’a kadar geldiğini, kitabı önüne koydukları andan itibaren kitabı koltuğunun altına sıkıştırıp.. önce koltuğunun altına sıkıştırıp parayı daha sonra ödediğini, yani hani parayı öderken bile vazgeçerler, kitap bilen birisi gelip de alır filan gibi düşüncelerle önce kitabı koltuğunun altına sıkıştırdığını, parayı sonra ödediğini, parayı öyle.. kitabı kapıp ve kaçtığını anlatırlar. Şimdi gerçek, hakikaten kitabı bu derece aşkla seven insanların, yani pazarlık bittikten sonra, kitap sizden çıkıp ona geçtikten sonra ve siz de paranızı aldıktan sonra ki bu dükkandan çıkışıyla, önceki girişi arasında da muhteşem bir farklılaşma olduğunu biz görür ve hissederiz. O belli ki o akşam çok mutlu ve o akşam büyük bir ihtimalle geceyi o kitapla geçirir.
Püzant Bey, ‘gözlerimizin feri parlar,’ dedi. Nedret Bey, ‘dükkandan çıkışıyla, önceki girişi arasında muhteşem bir farklılaşma olduğunu da biz görür ve hissederiz,’ dediniz.
Burada aradığını bulan bir aşık var sanki, aradığı kitabı bulan o gece belki başının altına koyup öyle uyumuştur.
Evet yani Tekin Bey! Açıkcası bir zifaf hadisesi söz konusudur, o kitapla.. yani o denli bir şey var. Yani ben öyle, zaman zaman mesela ben de kendimce diğer arkadaşlardan kitap aldığımda, zaman zaman bu espriyi yapardım. Bu gece bunla birlikteyiz falan, bu gece bu kitapla çıkacağız filan diye espri yaparız aramızda.
31 Temmuz 2010, Beyoğlu, İstanbul.
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez