Bakınız: http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
Bu konuyu, doğum günü nedeniyle, kent ve insan başlığı altındaki bu blog ile de kutlamak isterim.
Doğaldır ki sahaflar konusu kent konusudur ve insan konusudur.
Kitap kent ürünüdür. Leyla ile Mecnun ise köy öyküsüdür. Burada bir paradoks var.
İnsanlıkta kent kurma bilinci ve sosyal evrim olmasa belki kitap da olmayacak…
Bu topraklarda sahaflar ve kitaplar öyle bir hazine, dahası define sanki…
Ben bunu otuz yıl önce sezgilerle değil de bilinçle görmüş olmalıyım ki
“Elyazmaları” adlı öyküyü yazdım.(**)
Yayımlandı. Hani derler ya, tam üstüne bastın!
İşte böyle! İyi de ne oldu? Şu oldu!
Bu satırların yazarı, ölüme terk edilmiş kitapları kurtaran kitapçılarla karşılaştı.
Sahafları tanıdı. Onlarla birlikte kitap arkeolojisi bu topraklar için hiç de komik olmaz, diye düşünmeye başladı.
Tam bir yıl önce dün, ilk yayını yaptı. Şöyle ki yayını gerdi ve okunu attı…
Şimdi, ölüme terk edilmiş kitapları kurtaran kitapçılar, dedim.
Şimdi aslında şöyle oldu; sahaflar, geleneği ‘Leyla ile Mecnun’ları buluşturma geleneklerini de yarattılar.
Evet! Yeni bir tanım fakat eskiden bu yana süregelen bir hareket.
Bir anlamda nüfus hareketleri, diyorum ya ben, işte o. Hiç şaşırmadım bu sonuca…
Yahya Kemal Beyatlı’nın da Gece Leyla’yı Ayın On dördü, şiirini yazması boşuna değil!
Bu harekette başka ülkelerde olmayan bir içsellik var.
Neredeyse ruhani bir durum!
Daha doğrusu içrek bir durum söz konusu, aşk ve imgelem ise Leyla ile Mecnun.
Bu konu, bakıyorum da bayağı su götürecek…
Bu sonuca hiç şaşırmadım gerçekten.
Bu toprakların kültürel varsıllığına da uygun. Bu konuya birkaç gün doludizgin devam edeceğiz.
Şöyle ki, bir mahallede bir Leyla vardır! Bir köyde bir Leyla diyelim.
Yedi köyde sürüsüne bereket Mecnun çıkar ortaya, kan gövdeyi götürür.
Kim Leyla’yı vuslat terennümü ile gerdek gecesine sokacak diye, bayağı bir muhabere bile olur!
Sonunda başlık parası araya girer, kız başkasına kaçmasın diye gece vardiyasına çıkar ev ahalisi.
Sonunda yüklüce bahşişli başlık veren Leyla’yı alır kanlı gece için gerdeğe sokar.
Kanlı çarşaf sabaha kalmadan çıkar gerdek odasından ev ahalisine sunulur.
Sonra da köy ahalisi seyreder bu kanlı çarşafı.
Öykü bu kadar değilmiş!
Benim yeni öğrendiğim sahaflık geleneğinde de bir Leyla ve bir çok Mecnun öyküsü çıktı ortaya.
Burada benzerlik.. yine başlık parasına benzer, sahafın hoşnut edilmesi geleneği varmış.
Bu arada kızın kaçması, kaçırılmasına benzer bir de kitabın kaçırılması var.
Şöyle ki siz bir kitabı beğeniyorsunuz, böyle mi, bu kitap kaçırılıyor…
Dün, kitap ve sahaf blog’da yayınladım.(*) Buraya da alıntı yapıyorum.
Bakın Püzant Bey diyor ki; Şimdi efendim bundan yıllarca önce, biraz evvel hatıra da dediniz, Nedret Bey’le bir kütüphane işine gitmiştik, biz kütüphane pazarlığını yaparken, orda çok güzel birkaç tane.. yani nadir kitaplar gördük. Fakat bizim gözlerimizin parladığının tabii kitabın sahibi orda farkına vardı ve ben size bu kitapları daha sonra vereyim dedi, bir daha o kitapları alamadık.
Nasıl benzerlikler, tıpkı satranç taşları gibi yerli yerine oturdu mu?
Şimdi derbi maçını dün bıraktığımız yerden sürüyoruz.
Dün Püzant Bey’in bir ara topuk pası yaparak bir anlamda kendisine verdiği pası, Nedret Bey, zarif bir hamle ile aldı ve on sekiz içine kadar yine zarif figürlerle geldi ve topu dizinin üstüne aldı, yükselen topa bir kafa koydu ve köşeden fileleri buldu.
Bugün bakalım hangisi gol atacak, izleyelim…
NOT: Blog yazıları kısa olsun. İnsanlar zamana karşı koşan küheylanlara döndüler… Kısa kesiyorum, devamı yarın…
Sevgi içtenlik…
Tekin SonMez, 05 Nisan 2011, Stockholm
(*) http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/
(**) elyazmaları, kars platosu öyküleri, tekin sonMez, NİS Media yay, ilk bası 2004, istanbul.
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez