Felsefel planda farklı teorilerle karşımıza çıkabilir olan ve Batı’nın bugün farklı felsefel bakışının da katkılarıyla, bazı aydınlar tarafından eleştirel düzlemde yaklaşılan ve anarkist ya da “çevreci akımlar” tarafından yerden yere vurulan “modernizm” sözcüğünü, “yalın anlamda” başlama simgesi olarak alabilir miyiz? Tümü de kolay yoldan anlaşılabilir ya da anlaşılamaz afişler, duyurular, reklamlar, tanıtımlar dünyasının renkli vitrinlerinde yansıyan batılı bir topluma nereden bakacağız?
Son on yılda daha da başkalaşan “karmaşık algı” ile “yalın algı” açısından buraya bir çizgi çekelim.
Son on yılda oluşan büyük kırılmalar, derin fay hatlarının çökmesiyle ortaya çıkan bölünmeler sonucu dünyayı saran bugünkü kaygıları bir yana bırakarak, “yalın anlamda” başlama simgesi evet. İlk çıkış noktasında hele altmış yıl öncesinin yalın anlaşılırlığı ile bu simgeyi, modernite, modernizm, modern tanımını ödünç aldık, diyelim!
Şöyle ki; “modernizm”i, o günkü pencereden bakarak, çağla gelişen yaşam tarzına uyum ve insan ilişkilerini modern ölçütlere dayalı, birey olgusunu unutmadan sosyal referanslar, diye tanımlayalım.
Tarihin tekerlekleri yönünde teknolojik yenilikler ve bilimsel buluşlarla makro ve mikro planlarda ileriye dönük dinamiklerin hız verdiği ölçütlerle ve bireyi ıskalamayan sosyal referanslar, diye açımlayalım.
Bu konuda biraz derinleşmek, ister istemez “Tanzimat-ı Hayriye”; 1839’da “Gülhane Hattı Hümayunu” diye adlandırılan dönemdeki “reform” hareteketlerine götürür bizi. Sultan II. Mahmut ile başlayan hareketin hedefi, “Osmanlı devleti kurumlarını ve teşkilatını batı metotlarına göre modern bir duruma” getirmekti.
Ayrıntıları başka bir yerde, başka bir ölçek altında gözlemek üzere, “Batı rüyası ve modernite” başlığına dönünce şunu görüyoruz: Anadolu bozkırından insanlar, “seçilmiş” politikacıların çizdikleri yoldan dışarı taşmış; “batı rüyası” peşinde, “modernite” uğruna yollara düşmüşler.
Böyle olduğu için, örneğin Kulu ilçesi ve çevresinden yirmi bini aşkın nüfus, politikacılara akıl danışmadan İsveç’e gitmiş. Daha fazlası, Batı’nın kapılarına dayanıp, “Viyana Kuşatması”ndan sonra Avrupa’ya en kuvvetli ve en büyük sıçramayı yaparak içeri girmiş: Kanada, Belçika, Almanya, Fransa ve öteki ülkelere yerleşmişler.
Önlerine bu konuda herhangi bir bilgi herhangi bir seçenek konulmamış. Bu insanlar kendi öngörüleri; daha özü elyordamı doğrultusunda, “modernite”nin hüküm sürdüğü ülkelere ulaşmış ve oralarda “iskan” konusunu/sorununu da çözmüşler.
“Viyana Bozgunu”nun sonrası, geçen yüzyılın en geniş – köklü “iskan” olayını Avrupa’da kendiliğinden gerçekleştirenler, sadece “ekmek” için değil, aslında moderniteye dayalı sosyal referanslar ve bu tür bir yaşam standardı ve kriterleri doğrultusunda oralara gidip yerleşmişler.
İster bugüne, ister düne, ister yarına bakarak moderniteye dayalı sosyal referanslar ve bu tür bir yaşam standardı ve kriterlerini nasıl bir gözle okuyacağız?
Bu olguları, herhangi bir tartışmaya yer vermeden; “yansız” gazete diliyle okuyacak olursak, şöyle bir tümce dilimizin ucuna gelebilir. Altmış yıl öncesinden İsveç’e ulaşan nüfus hareketleri, daha o günlerde Anadolu insanının “modernite”ye özenini ve özlemini gösteriyor mu, göstermiyor mu?
Yoksa bu insanlar ana/baba ocaklarını bırakıp neden yollara çıktılar? Geleneklerini uslu uslu yaşama uğruna Anadolu bozkırlarında kalmadıklarına göre, en azından modern ufuklarda yeni bir arayışın, yeni bir bireşimin/sentezin kapılarını açma ve oradan dünyaya bakma ve dünyaya katılma uğruna olmadı mı bu nüfus hareketleri?
Evet! Tek tek olayları yan yana getirip, oluşan büyük nüfus hareketleri fotoğrafını okuduğumuzda sadece Kulu değil, o günlerde şöyle ki elli yıl önce görülen modernite ile ilgili Türkiye belgeseli de ortaya çıkıyor. Bu belgeselin başka bir açısında neler görüyoruz?
Afişler, duyurular, reklamlar, tanıtımlar dünyasının renkli vitrinlerinde yansıyan karmaşık Batılı bir topluma, daha yalın anlaşılabilir bir dünyadan yola çıkan ve kendileri için anlaşılması zor farklı bir dünyaya dikey gelen ve o günlerin şokunu atlatabilen bu insanları, bugün farklı bir şaşkınlık içinde görüyoruz.
Tekin Sonmez