Bir toplumun yerel tarihi nasıl yazılır? Resmi tarih dışında, düzmece olmayan bir tarih! Çocukluk anıları hem yerel toplumsal tarih, hem o bireyin kişilik tarihi hem de içinde bulunduğu aile tarihini içerir. Tümüne bakınca tıpkı bir sarkacın salınımı gibi anlatı varyantlarıyla temel öykü sahne alır.
Öteki açıdan anlatılar kimyasal bir ayrışma gibidir de. Konular öbekler halinde, özel çalışma gruplarınca irdelenebilir odak noktalarda toplanırlar. Bu tür anlatılar ilerledikçe sarkaç salınımı ve kimyasal ayrışma örtüşürler. Konu bölümleri kendi yolunda ağır ağır ilerler.
Antrapoloji/budunbilim verisi vardır burda. Çalışmalar kadrolu personel ile yapılmalı. Anlatıları ekrana getirme ve yayımlama süreci ayrı bir çalışma ritmi ister. Batılı ülkelerde kurumsal aile fonları-vakıflar destek verir, profesyonel kadro bu işi kotarır.
Bu kaynaklara turistik grup gezileri düzenleyen sektör, yerel tarih konusunda ya düzmece anlatılı bir öykü peşinde koşar ya hiç ilgilenmez. Oysa bu tür yazılı çalışmalara onlar fon ayırmalı. Sonuç olarak birebir yerel tarih konuları, bu satırların yazarı gibi insanların kişisel çabalarına kalır.
‘Soyaile’ Onur Büyüğü Sayın Keramettin Şenocak ile söyleşi yerel tarih konularına ilgi duyanlar için yüz yılı kapsayan bir süre açılımı yaptı bir önceki bölümde. İkinci elden bölgesel bir tarih, yerel bireysel tarih materyali olabilir anlatılar ortaya çıktı. Bu kez yine ‘Soyaile’ Onur Büyüğü Sayın Celal Şenocak ile anılar sunuyoruz. Neden anı?
Doğa, çevre, insan; yerine göre toplumsal ve yerel tarih gravürleri gibi görsel çağrışımlarla gelen öykü kişileriyle sahne alır ve yerel tarih mirası olarak geride kalırlar. Sayın Şenocak ile söyleşiyi birlikte izliyoruz.
Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez, Stockholm, 25 Nisan 2010
SORU; Celal Ağbi, çocukluk anılarıyla başlayabiliriz miyiz?
YANIT; Sarıkamış’ta bir hatıramı anlatayım. Çok önemli bir hadise. Bizim Sarıkamış’taki evleri bilir misin? Çay geçiyor arkasından, dört yanı büyük çayır. Çayırı geçtim. Dört yaşımdayım. Yavaş yavaş gittim çayın kenarına. Orda balık tutuyorlar. Bir su akıyor ki! İlkbahar buz gibi bir su her taraf kar. İki ray uzatmışlar, tren rayı çayın üzerinden karşıya geçiyorlar. Gittim, elimi uzatacağım ki ötekinden tutayım geçeyim karşıya.. dört yaşımdayım. O tarafta balık tutuyorlar. Elimi uzattığım gibi bilmiyorum ötekini. Evet! hiç unutamam! Demek yaşayacak ömrümüz var! Tekinciğim adamın biri gelip coşkun selin içinde beni tutmuş. Tutmuş!
SORU; Suya nasıl düştünüz, bellekte biraz ayrıntı var mı?
YANIT; Tabii şimdi düştüm ya, elimi uzatıyorum ki raydan tutayım, halbuki akmış gitmişim. Beni tutan adam da aktı gitti. Su ikimizi götürüyor akıyor. Gürlüyor! Suya düştükten sonra buz gibi su ölmüş gibi adam beni sudan çıkarıp tepe üstü dikmiş, ağzımdan sular akmış sonra getirmişler eve. Bunu hayat boyu hiç unutmam.
SORU; Çocukluk, gençlik, hodaklık, horovel, kurt ağzı bağlamak!? Hodaklığı, Bardız’da mı Sarıkamış’ta mı oldu?
YANIT; Kurt ağzı bağlıyorlardı ya işte öyle bir inanış vardı o zamanlar. Elbette, elbette horavel filan değil de, hodaklık yaptık biz de. Bardız’da hizmetkarlar vardı dedim ya.. onlarla, biz işte hodaklık yapardık, onlar da hizmetkar, çalışırlardı. O sene hizmetkarımız yok, tutmamışız, babam dedi ki ‘oğlum git öküzleri koş.’ o zaman yaşım 18 var. Tabii, gittim, öküzleri koştum. Dedi ki; ‘git ormana, bir araba odun yükle al getir.’ Dedim ki; ‘baba, komşulardan giden kimse yok yalnız nasıl olur?’ Dedi ki; ‘Oğlum şu köyü çıktın mı on tane araba vardır önünde birisine takılır gidersin.’ Köyü çıktım, bir tane bile araba yok. Orman epeyce uzak, belki iki saat sonra ormana vardım.
SORU; Bardız Yaylası sonrası, oradaki ormana doğru mu?
YANIT; Bardız çayından sonra aşağı doğru orman var. Araba yok, hiçbir şey yok. Bir dere var tekrar o yanda, bir orman var kimse yok. Gittim ormana tek başıma kağnıyla uğraşıyorum, odun yüklüyorum arabaya. Bir yağmur başladı, inceden bir yağmur yağdı yağdı, saatlerce yağdı. Kağnıyı yükledim öküzleri koştum, aşağı yola doğru (yol orman yolu böyle normal yol değil) geldim. Baktım ki aşağıda sel gidiyor. Meğer çaya müthiş su gelmiş. Su her taraftan çaya geliyor. Çay coşmuş kamyonu, arabayı, atı ne varsa alır gider. Çaya indim, şöyle ortada büyük bir ada var, su ordan, burdan adaya geçiyor, adadan öbür tarafa geçiyor, bir daha bu tarafa geçiyor. Çay parçalara bölünmüş durumda.
SORU; Bir dakika Celal Ağbi oralarda yamaç yolu yok mu?
YANIT; Kabanlar var dağa çıkıyor, dağdan gidersen oraları geçiyorsun. Fakat oralar tehlikeli, arabalar devrilir, oralara kimse gitmiyor. Çaylardan geçiyor arabacılar. Hep öyle yaparlar. Baktım ki çay öyle bir çay ki bir kenarından girdim arabanın üstüne çıktı su… Arabanın üstüne çıktı, öküzler suda sürüklenecek gidersem. Çayın yarısına gelmeden hemen eyledim öküzleri. Adanın bu yarısında çay az akıyor ama daha çoğu o taraftan akıyor, tehlikeli ikisi hemen ortada birleşiyorlar. Hemen döndüm, geldim, çıktım dışarı.
SORU; Bravo! Tek başına çaydan çıkabildiniz mi?
YANIT; Tabii onu yapabildim! Döndüm karar verdim artık, kabanlardan gideceğim. Daha kabanın ilki baktım orda kötü bir yer var, orda araba sarsılsa da düşsek ne öküz kalır ne adam ne hiçbir şey. Yüksek, uçurum, altı da çay. Baktım bir çoban orda davar yayıyor. Seslendim çoban geldi. ‘Şu arabayı bir tut devrilmesin,’ dedim. O arabayı arkadan tuttu, ben öküzleri çektim. Tekinciğim, devrilirse dedim ya.. 30-40 metre aşağıda çay, su akıyor. Öyle de geliyor ki, sanki nehir, koca nehir. Çok coşkun akar orası. Bildiğin gibi değil. Neyse çoban arkadan tuttu, geçtim orayı, gittim. Kağnıyı da hafif yüklemişim bereket ki. Yaa işte böyle yalnız tek başıma neyse geçtim o tarafa, yavaşça öküzlerin boynunu büktüm öyle bu tarafa gittim, o tarafı geçtim, bir daha orayı geçtim.. Hanas köyü var, onun altına gittim, ordan yolu epeyce düzledim. O gün akşama geldim eve ama bana sor! Hiç unutamam. ‘Baba böyle böyle oldu,’ dedim. ‘Oğlum böyle olacağını ne bileceksin! Her gün, her zaman onlarca araba ormana gidiyor adam evine kışlık odun getiriyor.’ dedi. Tekinciğim işte böyle oldu. Çok tehlikeli bir zamandı, acayip selin içinden döndüm geldim.
(Kayseri, 23 temmuz 2008)
*En alttaki fotoğrafta Celal Bey, eşi ve Oğlu, Kayseri, 2008
*Ortada siyah beyaz aile fotoğrafı, sol başta fotörlü Celal Şenocak, Sarıkamış
*Doğa fotoğrafları, antropolojik malzeme fotoğrafları Tekin SonMez’in objektifinden.