Edebiyat tarihi açısından çoğu yere insanların bilerek bilmeyerek yansızlık ilkesine sırt döndüklerini gördüm.
Bir kitap cildi yapacaksınız işte! Ciltleyin bakalım binlerce harfle, sözcükle dolup taşan kağıtları!
Basılmış yüzlerce sayfa eşit oranda kesilecek ve değişik renkli ipliklerle dikilerek ciltlencek, öne çıkacak!
Her şeyi bir yana bırakın! İşte basılmış kağıtlar yanınızda.
Sorarım yine de; salt araç, gereç, avadanlık yeter mi?
En gerçek sahneler nasıl yazılır böyle dalgalı bir deniz gibi hışırdayarak çırpınıp duran kağıtlar arasında?
‘Başımdan geçen dertleri sonra yazacağım bir mektupta genişçe anlatırım,’ tümcesi ile noktalanan mektup,
açılış ve kapanış sözcüklerinde gördüğümüz gibi evet;içten gelen bir sesle, diplerden yukarı doğru tırmanarak yazılmış. İşte!
‘Sevgili Kardeşim Tekin,
‘Ankara, 27 Şubat 1972
‘İlk mektubumda, niçin yazı göndermekte geciktiğimin nedenlerini sonra yazarım demiştim.
‘Bir ara oğlum hastalandı. Malûm Ankara’nın bu yılki soğuğu.
‘Peşinden, beş gün 39-41 ateşle yattı ve kızamık çıkardı. Tam 25 gün evde kaldı. Bakacak kimsemiz yoktu.
‘Ben 10 gün mazeret izni aldım.’
Değerli İzleyici,
Mektubun kendisini kendisine açması, yazan kişinin de kendisine açılması olur.
Yazan kişinin kendisine açılması, öteki kişiye açılma ile yeni bir süreci başlatır.
Açılma tek yanlı değildir.
Açılım, sezgici algı odağına ses verme; yükleme, tınısıyla duyguları taşıma oranında mektup da işlevselliği ile dorukta yerini alır.
Doruğa çıkar ve yükselir.
Mektup bir büyüdür bu anlamda!
Mektup bir büyüdür, tanımı yetmez!
Mektup, yazan o kişiyi, o mektup bir büyücü gibi çarpıp çırparak ele verebilir, mektup alıcısını da eleverebilir çarparak.
Olumlu yönde Homerosvari kanatlı sezgisel açılma ile uçma duyumu da verir her iki tarafa mektup ki, büyü de buradadır. Her kişi bu büyü gizine varamaz.
Hangi ideoloji altında olursa olsun mektup denetimden çıkar.
Mektup ideolojik baskı altında çöker ve yazan kişiyi de, alıcıyı da çökertir. Mektup altüst eder insanı.
Mektup, kendisi yapar bunu! Mektup, yazan kişiye yandaş olabildiği gibi karşı/karşıt bir durum da yaratabilir.
Yazan kişi, denetlese bile, duyguların sözcüklere sızmasıyla ortaya çıkar saklı olan ne varsa. Kısa bir mektup yazalım!
Hemen ilk sözcüğün seçilişi, yazan kişinin içten olup olmadığını ele verecektir.
Mektup, insanın kendisinden dışarı çıkması ile iki yanlı işlevsellik yüklenir. Kim yapar bu seçimi?
Beklenen mektup! Alıcıyı öteye itmeyen o ses!
Bedrettin Cömert ile o içten gelen ses, ilk tümce ile bu mektupta; ‘Kardeşim’, sözcüğünde, var.
‘Gözlerinden öperim’ seslenişi de içtenlik bağlamında seçkin.
Sezgici algı odağına sesle yükleme tınısıyla duyguları taşıma oranında mektup işlevselliği ile doruğa çıkmış, yükselmiş.
Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez
Stockholm, 23 Ocak 2010
Anılar da mektup tomarları gibidir!
Aradan yıllar geçer ve kağıt tomarları bir arada olmaktan sıkılır ve sararır. Nereden bakarsanız bakın, geriye dönemezsiniz! Döndüremezsiniz!
Geriye dönmek! Anılar dağarında kalanlarla yetinmek zorundasınız bir kez. Bu da güvenilir değildir. Anılar kandırabilir de insanı.
Her anı kimileyin, düşman mevzilerinden çıkan patlamamış mermilere benzer.
Ellerinizde oyalanırken, patlayanlar olabilir de. Şimdi bir de bu patlama sahnesini düşünelim!
Mektup tomarlarından çıkan solgun yapraklar, güvenilmez anılar arasına güz yaprakları gibi düşer.
Tuhaf bir şaşkınlık da yaşarsınız enikonu. Neden! Neden?
O an anıların getirdikleri, elinizdeki bir mektupla sarsılır. Mektup elinizden düşer yere. Anılar sizi şaşırtmıştır. Yüzünüz de biraz sararmıştır!
Tam tersi bir fırtına eser, bu kez mektup yaprağı ile anılar arasında. Bakın işte bir yerde yanıldınız! Nerede yanıldınız? Fakat! Hayır! Evet!
Çoğu sözcüklerin, solgun harflerin ve okunmaz durumda olan tümcelerin yerine bir şeyler kondurmak de yetmez.
Şunu şöyle söylesem, şu sözcük yerine daha bir başkasını seçsem olmaz mı,diye düşünmeniz de boşunadır.
Değerli İzleyici,
Burada özel bir insan çıkıyor karşımıza.
Daha özü mektup ve insan karşımıza çıkıyor.
Mektup insanı çıkıyor karşımıza. Mektuplarla soluk alıp veren insanlar ötekilerinden farklı mıdır, sorusu bir an şimşek gibi oturur göğsünüze.
Siz, evet! Siz mektup insanı mısınız? Mektuplarla soluk alıp veren insanlar var mıdır?
Nasıl olur da onları daha yakından tanıyabiliriz şimdi? Fakat ok yaydan çıkmıştır bir kez!
Keşif masasına şöyle bir ölçüt gelebilir. Tek sözcük; Hüzün!
Bu biraz da sararmış tomarlar açılırken insanı sarıp sarmalayan ve içten saran duygu olur.
Gözyaşları ırmağı olur kimi yerde. Kimi yerde göz kapaklarına kuru parmaklar uzanmıştır. Dipten bir savrulma sahnes
ini daha düşünelim şimdi!
Elleriniz neden bu kadar kuru, parmaklarınız neden göz kapaklarınızı diken yumağı gibi çiteler? Sertlik nerede?
Şimdi bir teknoloji canavarı düşünelim!
El sürer sürmez özel düzenekle kendi içinde ikinci kez patlayan ve binlerce mikro parçaya bölünen mermi gibi bir mektup düşünelim.
Mektuplarla soluk alıp veren insanın yıllar sonra düştüğü hüzün, işte Bedrettin Cömert’in mektupları.
Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez, 29 Temmuz 2010, Stockholm
Ayrıca bakınız; http://yansimatekinsonmez.blogspot.com/